veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler

61 11 32
                                    

normalde dokuz sayısını hiç sevmem. bana hep yarım kalmışlık hissi verir. tamamlanmaya çok az kalmışken bitemeyişi anımsatır nedense. ama on dokuzu da bir o kadar severim. nedendir bilinmez, küçükken en çok on dokuz yaşında olmayı isterdim. on dokuzun içindeki dokuz bana yarım kalmayacakmışım gibi hissettirirdi. onlu yaşlarımın bitişini temsil ettiğinden olsa gerek, tamamlanmış hissettirirdi.

sahiden de öyle oluyor. on dokuzuncu yaşım bana seni veriyor ve ben tamamlanıyorum. on dokuzda aşık oluyorum, en güzel yazımı on dokuzda yaşıyorum, on dokuzda aşk acısını tadıyorum ve on dokuzda hayatımın dönüm noktasına giriyorum. bu yaz ben ilk defa dokuz rakamının her zaman kötü olmayacağına inanıyorum ama yanılıyorum. on dokuz bile dokuzun lanetini kıramıyor ve ben on dokuzumda ölüyorum.

bunu sana söyleyecek cesareti bulamıyorum. korkak olduğumu her zaman biliyordum zaten ve sana söyleyemediğim şeylere bu da ekleniyor ama pişman olup olmadığımı bilmiyorum. sana bunun yükünü yüklemek istemiyorum hyunjin. sana sevgimin yükünü de gidişimin yükünü de yüklemek istemiyorum. on dokuzun senin için hep güzel kalsın istiyorum. gerçi kalıp kalamayacağını bilemiyorum çünkü ne zaman öleceğimi ben de bilmiyorum.

tanrıyla aramın iyi olmadığını bildiğimden tanrının yine bir dokuzla bana kazık atacağını tahmin ediyorum yalnızca. sanırım onu pek sevmesem de onu tanıyorum ve beni hiç yanıltmıyor.

çok melankolik başladım bu sefer, kusura bakma ama bugün senin busan'dan gidişin ve seni son görüşüm olduğu için hayatımın en kötü gününü geçiriyorum. bugün her zamankinden daha duygusal ve aşk acısı çeken bir platonik olmaya hakkım olduğunu düşünüyorum.

dün tamamen hazırlanıp da bavullara konulmuş eşyaları kapının önünde görmek midemde kocaman bir yumruya sebep oluyor. üstünde küçükken yapıştırdığın çıkartmalarla dolu yeşil bavulunu fark ettiğimde midem bulanmaya başlıyor. dokunsalar ağlayacak gibiyim ve senin de pek farkının olmaması işleri hiç kolaylaştırmıyor.

uyanır uyanmaz kendimi sizin bahçede bulduğumda sen de tam koca bavulları bahçeye çıkarmak üzere olduğun için karşılaşıyoruz. sana yardım ediyorum hiç istemeye istemeye. içeriden annenin telaşlı bağırışları gelirken çok kötü hissediyorum. babamla hastaneden çıktığımızdakinden bile kötü hem de.

"dört saat var daha," diyorum kolilerden birini kucaklarken.

"her şeyi aldığımızdan emin olmasına rağmen annem valizler ayak altından çıkarsa daha iyi eksikleri görebileceğine inanıyor."

"baban nerede?"

"babanla birlikte gitti, vedalaşacağı kişiler varmış."

vedalaşmak. bizim de vedalaşacağımızı kabullenmek hiç istemiyorum.

son valizi de kapıdan çıkardıktan sonra kaçarcasına kapıyı kapatıyorsun ve bahçe çıkışına doğru yürüyorsun. bir yandan da hararetle "çabuk kaçalım artık," diyorsun bana. peşine takılıyorum. ben senim hep peşine takılıyorum zaten.

haftalarca yürüdüğümüz yokuşu yine birlikte inerken her zamankinden aceleci adımlarımız. bu sefer bir şeylere yetişmemiz gerekiyor çünkü. neye yetişeceğimizi bilmiyorum ama bir şeye az kalmış, bunu biliyorum. sahile kadar hızlı hızlı yürümekten nefes nefese kalınca duruyoruz ve neye yetişmemiz gerektiği konusunu rafa kaldırıyorum. ben zaten sana geç kalıyorum ve başka şeylere yetişmenin bir anlamı olmuyor.

eylülün ilk günleri ağustosu aratmayacak kadar sıcakken güneş de tepemizde varlığını rahatsız edici şekilde belli ediyor. dizimize kadar olan şortlarımız ve ince tişörtlerimize rağmen terliyoruz, bunda koşuşturmamızın etkisi de var tabii. "çok sıcak," diyorsun kesinlikle çok iyi bildiğim bir gerçekle birlikte.

love untold [hyunin]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin