▶︎ on yedinci bölüm.

177 66 49
                                    

6 yıl sonra.

Hep bir şey arıyorum, ancak ne aradığımın bilincinde değilim. Bu his uzun zamandır peşimi bırakmıyor. Sanki hayatımda olan biri, kendine dair her şeyi yok edip gitmiş gibi.

Elindeki kalemi defterin yanına bırakıp, biraz ilerisindeki kahve bardağına uzandı Minho. Günlüğüne yazı yazmaya başladığında sıcacık olan kahve artık buz gibiydi.

Elindeki bardağı dudaklarından ayırıp, kahvenin saydamlığında kendi görüntüsünü seyretmeye başladı. Dağınık yansıması sanki ona bir şeyler fısıldıyordu.

Derin bir nefes verip bardağı aldığı yere, masaya geri koydu. Son zamanlarda kendi yansımasını izlerken dalıp gidiyordu. Sanki kendinde bir başkasını arıyordu, ama kimi aradığını kendisi bile bilmiyordu.

Geçirdiği 6 yılda farklı alışkanlıklar edinmişti Minho. Eskiden içe kapanık ve fazla sohpetten kaçınan biriydi, şimdiyse hislerini dile getirmek için savaş veren biri haline gelmişti. Yanlış anlamayın, hislerini birilerine değil günlüğüne anlatıyordu. Çünkü biliyordu ki içindeki bu şeyleri kime anlatsa, ya 'psikolojik sorunların var' ya da 'depresyonda mısın' cevabını alacaktı. Bu yüzden hislerini kağıtlara aktarmakta çare bulmuştu.

Bir diğer alışkanlığı ise, geceleri gökyüzünü izlemekti. Ne zaman bu duygu bedenini sarsa balkona çıkar, soğuktan donana kadar yıldızları izlerdi. Bazen günlüğü yetersiz gelir, kendisini rahatsız eden duyguları yıldızlara anlatırdı. Yıldızlar iyi bir dinleyiciydi Minho için.

Bu gece ise hava kapalıydı, yıldızlar görünürde yoktu. Havanın kötü olması mutlu ederdi aslında Minho'yu, yağmurlu günleri hep sevmişti. Islanmamak için elinde şemsiyeyle gezenler aptaldı ona göre, çünkü hiçbiri yağmur damlalarının tenine değdiğindeki hissiyatı bilmezdi. Yağmur yağdığında ıslanmaktan kaçınır ancak güneş açtığında şapka veya gözlük takarlardı, ne anlamı vardı o zaman güneşli günlerin?

Eskiden böyle değildi Minho. İnsanları pek umursamazdı, fikirleri de pek önemsemezdi. Ama son yıllarda insanlara karşı olan tutumları değişmişti. Nedeni ise, aralarından birinin aradığı kişi olma olasılığıydı. Bu yüzden kalabalık alanlarda önüne çıkan her insanı inceler, dış görünüşünü ezberlemeye çalışırdı.

Liseden mezun olduktan sonra babasının isteği üzerine mimarlık okumuştu. Ortalama bir üniversitede aldığı birkaç yıllık eğitim sonrası peyzaj mimarlığı bölümünden mezun olmuştu. Mezun olalı 8 ay olmasına rağmen hâlâ iş bulamamış olması da vardı tabii.

"Başvuru sebebiniz nedir?" dedi, başvuru yaptığı şirketteki danışman.

"Başvuru sebebim..." Yine elleri terlemeye başlamıştı Minho'nun. Neredeyse her görüşmede başına gelen bir durumdu bu.

"Şehri düzenlemek için... Tokyo'nun da ne zaman yok olacağını bilemeyiz. Bu yüzden insanların kalbinde iz bırakacak bir şehir inşa etmek istiyorum..." Cümlenin sonuna doğru sesi kısılmıştı. Yine çalıştığı cümleleri değil aklından geçenleri söylemişti. Zaten bu yüzden katıldığı 14 görüşmede de reddedilmişti. Doğrusu şu ki, aklından neden bunların geçtiğini Minho da bilmiyordu.

"Pekala... Biz sizi sonuçlardan haberdar ederiz. İyi günler dilerim!" dedi danışman kadın, elindeki CV'nin kapağını kapatıp Minho'ya uzatırken.

Bunun anlamını biliyordu Minho, yine reddedilmişti. Kendi hatası olduğunun da farkındaydı ancak elinde olan bir durum değildi. Kadının elindeki dosyasını alıp çıkışa doğru ilerledi. Yine bir fırsatı kaçırmıştı, ve bunun son olmayacağını da biliyordu.

your name 𝜗𝜚 minsung. ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin