- 1 -

3.9K 395 283
                                    

"Çabucak pes ettin. Sen diğerlerine göre fazla akıllı duruyorsun." dedi yetkili kişi bana. Onu dinlemiyordum. Kulaklarım hiç bir şeyi duymaz olmuştu. Beynim de yankılanan düşünceler intihardan, işkenceden daha beterdi. Ağlamak istiyordum ama o kadar çok ağlamıştım ki artık göz yaşı yerine kan gelecek diye korkuyordum. Arkadaşlarımla eğlenip, güzel yerlerde oturup, bir restoranda yemek veya tatlı yiyip gezmem gereken zamanda benim gerek olmayan tedavilere vakit kaybetmem, elbette ki can yakıcı bir durumdu. Depresyon benim için öldürücü bir hal almıştı. Ders çalışırken hiç bir neden olmadan ağlama krizine girip, yattığım yerden kalkmak istemeyip, yemek yemek gibi günlük temel olaylarımı yapmamayı tercih etmem bende bir sorun olduğunu göstermişti. Ama bunlarla hayata zor da olsa devam edebilirdim diyorum şimdi.

"Baksana, kafasında kuruyor herhalde. Sesi falan çıkmıyor." dedi diğer kolumda ki adam. Benimle beraber gelen hasta, hastaneye gelmemek için kendini yerden yere atmış, çığlıklar ile cehennem de yanıyormuş gibi bir his bırakmıştı insana. Olduğu yerde durup dururken bağırıyordu ve yetkililer onu odasına yerde süründürerek götürmüştü. Beni hastane yetkilisine teslim ederken, yetkilinin yüz ifadesi korkmamı sağlamıştı. Mazlum duruyordu ama fena bir bakışı vardı. Melek yüzünün ardında şeytan duruyor gibiydi. Ön yargı ile yaklaşmak istemedim çünkü o, burada olduğum sürece benimle ilgilenecek bir yetkiliydi.

"İsmini söyle." emir vererek konuşması bence gerçek bir hasta için kötü bir durumdu. Çünkü herkesin, birine güvenmek ve biriyle güzel iletişim kurmak için nazik konuşması gerekirdi. Ben gerçek bir hasta değildim ama bu durum sinir olmadığım anlamına gelmiyordu.

"Jeon Jungkook," bir zanlıyı cezaevine görüyor gibi bir hali vardı.

"Gelirken sana kuralları söylediler, değil mi?"

"Elbette."

"Güzel." dedi. Sonrasında odama yerleşeceğimi düşünmüşken, beni yemek odasına görmüştü. Herkes yemek yiyordu. Herkes mavi bir kıyafetle karşılamıştı beni. Hiç biri yüzüme bakmamıştı. Sessizlerdi. Bir hastaneye göre fazla sessizdi.

"Yeni kişi geldi." dedi beni buraya getiren yetkili. Sonrasında direkt çıkıp, kapıyı kitledi. Ne oluyor diye birisine sormak istedim ama hiç birinden düzgün, anlaşılır bir cevap alacağımı sanmıyordum. Ayakta direk gibi beklemeye devam ettim. Oturmadım. Belirli bir düzen olabilirdi, bunu bozmak istemiyordum.

"Gelebilirsiniz." dedi, sakalsız, beyaz tenli, benim yaşımda olan birisi. Yüzünde ne kadar meleksi bir tatlılık varsa, içinde de o kadar iğrenç bit yaratık vardı. Bunu, buraya gelmeden önce doktor söylemişti.

"Yok, teşekkür ederim." dedim ve onu nazikçe reddettim. "Herkesin belirli bir odası var değil mi?" diye sordum ortaya.

"Herhalde. Seninki koridorun sonunda, onun odasının karşısında." onun derken birisini göstermemişti. Bir hastalık belirtisi diye düşündüm. Bir şey demedim. Nasılsa yetkiliye sorabilirdim.

"Sen bana 'onun' deme haddini kendinde buluyor musun?" dedi, arkadan gelen bir ses. Kafamı arkam çevirdiğim de siyah eşofmanlı, beyaz tişörtlü ve siyah hırkalı birisini görmüştüm. Kaşında daha yeni kabuk bağlamış bir yara vardı. Fazla ilgilenmedim. Önüme döndüm.

"Özür dilerim." dedi bana odamın yerini söyleyen o kişi. Yemek yemeyi kesmişti.

"Özür dileme, icraat sun." dedi ve kaşında yara olan adam, camın önünde ki koltuğa oturup bacak bacak üstüne atmıştı. Elini çenesine koymuş, öldürecek bakışlar ile bana bakıyordu. Rahatsız olmuştum, biraz da korkmuştum. Bana göre hiç hoş değildi. Ses çıkarmadım ama kendimi kenara çektim.

fifty shades of death.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin