2. BÖLÜM

16 4 0
                                    


     Kayra karanlığın içinden gelen sesle irkildi. Bir kadın adını sesleniyordu. Çok karanlıktı, hiç bir şey göremiyordu. Odasından çıkıp gözlerinin hala alışamadığı karanlığın içinde yürümeye başladı. Ellerini bir şeylerden destek almak istercesine sağa sola hareket ettirdiğinde hemen yanındaki duvarın pürüzlü yüzeyine sürttü parmakları. Minik çıkıntıların parmak uçlarına verdiği karıncalanma hissini önemsemeyerek yürürken birkaç kez takılıp sendeledi. Çok korkuyordu. Kalbinin çarpıntıları bir uğultu gibi kulaklarına ulaşıyor, dizleri titriyor zorlukla ayakta durabiliyordu. Nefesi tıkanmaya başlamış kalbi deli atıyordu. "Anne" diye seslendi titrek sesiyle. Aynı anda annesinin çığlık attığını ve babasının "Selma" diyerek haykırışını duydu. Ve o ses... Aniden yükselen o kulaklarını çınlatan sesle olduğu yerde sıçradı.

Karşısındaki odadan ışık geliyordu. Korkudan boşalmış dizlerinin elverdiğince oraya doğru koştu. Ağlıyordu ve durmadan annesiyle babasına sesleniyordu. Gözyaşlarından gözleri yanıyor net göremiyordu. Sonra tekrar o yüksek çıkan sesi duydu, patlama sesi gibiydi. Panikle çığlık attı. Sonra ulaşmaya çalıştığı odanın kapısında bir gölge belirdi. Titrek sesiyle "anne" diye fısıldadı. Karşısındakinden cevap gelmeyince bu kez "baba" dedi sesini biraz daha duyulur çıkarmaya çalışarak. Yine cevap alamayınca ileriye doğru bir adım atmıştı ki, karşısında bir hareketlenme oldu ve göğsünün üzerinde hissettiği baskıyla kendini boşluğun içinde karanlığa süzülürken buldu. Bağırmaya, çırpınmaya başladı ama o karanlık boşluktan kurtulamadı.

Sert zemine çarptığında canının acısıyla gözlerini açtı. Nefes nefeseydi, kalbi sanki yerinden çıkacak gibi atıyordu. Kayra korkuyla etrafına bakındığında açık olan televizyonu gördü önce sonra da kendine ait eşyalarını. Hala oturma odasında olduğunu anladığında elini göğsüne bastırarak nefesini düzenlemeye çalıştı. Yine kabus görmüştü demek ki. Yıllar öncesine ait o dehşet gecesinden sonra geriye sadece bu kabuslar kalmıştı. Daha öncesi ise kabuslarındaki içine düştüğü karanlık boşluk gibiydi. Hiç birşey hatırlamıyordu.

Yerde olduğunu farketti ne kadar geçtiğini bilmediği dakikalar sonunda, anlaşılan kanepede uyuyakalmış ve kabusun etkisiyle de düşmüştü. Kolunda keskin bir acı vardı. Eliyle hafifçe sıvazladığında parmaklarına bulaşan ıslaklıkla yerden kalkıp odanın ışığını açtı ki ışığı da ne zaman kapattığını bilmiyordu, ve kolunun kanadığını, bakışlarını düştüğü kanepeye çevirdiğinde ise uyuyakalmadan önce yemek yediği tepsinin darmadağın halanın üzerine saçılmış olduğunu gördü. Meyve suyu içtiği bardağın kırık parçalarını farkettiğinde hissettiği acının ve akan kanın sebebini de anlamış oldu. Uyku sersemliğinden olsa gerek net hatırlamadığı o boşlukta yemek tepsisini yere bırakmış, ışığı kapatmış ve tekrar kanepeye yatıp uyumaya devam etmiş olduğuna kanaat getirdi. Uykusu ağır değildi aslında ama yaşadıkları ağır gelmiş olmalıydı.

Odayı incelemeye bir son verip banyoya giderek üzerindeki penyeyi çıkarttığında oldukça derin bir kesikle karşılaştı. Henüz kabusun etkisinden çıkamadığı için kolunun acısını pek fazla hissetmiyordu. Kesiğin üzerini önce suyla yıkayıp temiz bir havlu ile sardı. Yatak odasına geçip havluyu kaydırmamaya çalışarak dolabından rastgele aldığı kısa kollu düz siyah bir penyeyi dikkatlice geçirdi üstüne. Komodinin üzerinde duran saate baktığında sabahın yedisi olmak üzereydi. İlk hastaneye gidip koluna baktırmalı oradan da işe geçmeliydi. Üzerindeki penye iş yeri için pek uygun olmasa da şua an bunu önemseyecek değildi. Yine dikkatlice bacaklarından açık mavi kot pantolonunu geçirip çantasını ve anahtarlarını alarak evden çıktı.

Koluna sarılı havluyla arabasını kullanırken zorlansa da yirmi dakika sonra hastanenin acil girişine varabilmişti. Bekleme salonuna göz gezdirdiğinde fazla kalabalık olmadığını görünce derin bir nefes verdi. Önce girişini yaptırdı sonra da görevli hemşireye yaklaşarak kolunu gösterdi. Hemşire Kayra'yı hemen acil müdahale odasına aldı. Genç kızın kolunun arka kısmında kalan derin kesiği inceleyen orta yaşlardaki sempatik yüzlü doktor;


"Nasıl oldu bu kesik? " diye sordu. Bir kavga ya da saldırı sonucu olduysa eğer polisi bilgilendirmesi gerekecekti. Kayra;

"Uyurken kabus gördüm ve yattığım kanepeden yerde duran bardağın üzerine düşmüşüm. " diyerek cevap verdiğinde, kelimeleri kendi kulaklarına bile saçma gelirken doktorun aklından geçenleri tahmin edebiliyordu. Ancak ne yazık ki doğruydu ve bu tür trajikomik durumlar hayatının normaliydi. Doktorun şüpheci bakışları da tahminlerini doğruluyordu. Buyüzden;

" Gerçekten dediğim gibi oldu, kazaydı "diye ekledi. Doktor birkaç saniye sessiz kalıp düşünceli bakışlarını ona çevirdiğinde bu kez;

"Sık sık kabus görür müsünüz? " diye sorduğunda şüpheci bakışlar atma sırası Kayra'daydı. Neden böyle bir şey sorduğunu anlamamıştı. Yoksa o da Ahmet gibi mi düşünüyordu? Yok daha neler dedi kendi kendine. Adam onun tanımıyordu bile.

"Her kabus gördüğünüzde bir taraflarınızı yaralıyorsanız eğer kabuslarınız hayati tehlike arz ediyor demektir" dedi doktor gülümseyerek. Kayra'da doktorun şaka yaptığını anlayıp rahatlayarak;

"Neyse ki pek sık görmüyorum" diye cevap verdi güler gibi bir ses tonuyla.

Konuşma esnasında doktor Kayra'nın koluna beş tane dikiş atmıştı. Uyuşturucu iğne sayesinde genç kız hiçbir şey hissetmemişti. Doktor işi bittikten sonra reçeteye enfeksiyon kapmaması için antibiyotik ve uyuşukluk geçtikten sonra başlayacak ağrı içinde ağrı kesici yazarak Kayra'ya uzattı. Genç kız doktora teşekkür ettikten sonra acil müdahale odasından çıkmak için kapıya yöneldi.

Hastaneden çıktığında saat sekize geliyordu. Arabasına doğru yürürken şirketteki arkadaşı, aynı zamanda tek dostu, Pınar'ı arayarak biraz gecikeceğini haber verdi. Pınar, geçmişini bilip yanında olan sayılı insanlardan biriydi. İlk tanışmaları Pınar'ın yine aynı şirkette birlikte çalıştıkları sevgilisini Kayra'dan kıskanması yüzünden biraz çekişmeli olmuş olsa da, zamanla yanıldığını anlamış ve çok iyi iki arkadaş olmuşlardı. Pınar, Kayra'nın sesinden onun iyi olmadığını anlayarak ısrarla nesi olduğunu sormuş ancak Kayra; "Sonra konuşalım lütfen" diyerek telefonu kapatmıştı. Dostlukları çok eskiye dayanmıyorsa da birbirlerinin bakışından, ses tonundan anlarlardı içsel hallerini. Konuşmak istemiyorlarsa da birbirlerine anlayış gösterir beklerlerdi.

Sıcak bir çay içip kendini toparlamaya ihtiyacı vardı Kayra'nın. Arabasını sahil kenarındaki çay bahçelerinden birine sürdü. Az sonra küçük, tenha bir çay bahçesinin önünde durdu. Çoğu yerde olduğu gibi plastik masa ve sandalyelerin kullanıldığı, asık yüzlü çalışanların etrafta dolaştığı bir yer değil; eski usul tahta masa ve sandalyeleri olan, yaşının epey ilerlemiş olduğu kalın gövdesi, devasa boyundan anlaşılan dalları yazın güneşini, kışın yağmurunu engellemek ister gibi masaların üzerine doğru uzanmış kocaman bir çınar ağacının bulunduğu sıcak, sevimli bir mekandı. Kayra "böyle sıcacık bir yerin çalışanları da burası gibi midir acaba? " diye geçirdi içinden.

Denize en yakın olan masaya geçip sandalyesini hem çınar ağacına sırtını yaslayıp, hem de denizi görebileceği şekilde çevirip oturdu. Omuzlarının sürtündüğü tırtıklı kabuk yüzey sanki arkasındaki insanmışçasına sığınma isteği uyandırmıştı genç kızda. Zihnine doluşan görüntülerle bir gün önceyi ve ondan daha da öncesini düşünmeye başladı. Annesini, babasını, onlarla birlikte geçirdiği, net hatırlayamadığı, kısa ama mutlu olduğundan emin olduğu zamanlarını anımsamaya uğraştı. Uğraştıkça da içindeki boşluk daha bir derinlik kazandı. Aniden yanında hissettiği hareketlilikle irkildi.

"Aç karnına insanın kafası çalışmaz" diyerek elindeki tostla çayı masanın üzerine bırakan adama önce şaşkın sonra minnet içeren bakışlarını yöneltti. Kafasının içindekilere o kadar odaklanmıştı ki sipariş vermeyi unutmuştu. Şu an tam karşısında dikilen adam altmışlı yaşlarında, kavruk tenli, kısık siyah gözleri olan sevimli bir ihtiyardı. Kayra;

"Aç olduğumu nereden anladınız? " diye sordu yaşlı adama gülümseyerek. Adam da ona gülümseyerek;

"Yüzünün solgunluğundan ve taaa içerinden duyulan mide gurultularından" dedi. Kayra kısa bir kahkaha attı. Bu sabah da herkes bir şakacıydı yani, kendisi hariç.

"Teşekkür ederim kulaklarınız gerçekten çok iyi duyuyormuş" dedi. Yaşlı adam derince iç çekerek;

"İhtiyarlığıma aldanma sen kulaklarım da, gözlerim de, hislerim de çok keskindir benim. Denizi derin derin seyret" dedi, sonra işaret parmağını şakağına dayayarak;

"Ama burada boğulma. Hadi afiyet olsun güzel kızım." diyerek geldiği gibi sessizce uzaklaştı.

SİSLİ GEÇMİŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin