13. ÖLMEDİ!

34.6K 1.8K 764
                                    

İçimde öyle kelimeler var ki,
söylesem canın yanar,
susuyorum, canım yanıyor.”

Özdemir Asaf


Sonunda 13-cü bölüme geldik ya gözlerim dolu dolu emin olun bu bölümü yazmak gerçekten çok zor. Duygularını etrafına kahkalarla delilikleriyle yansıtan biri olmuşumdur ben o yüzden bu kitapta eğer duyguları size hissettiremediysem özür dilerim ve buraya kadar yanımda olan tüm okurlarıma teşekkür ederim.

Ozaman bölüme başlamadan vote atmayı ve takip LeylaAayeva612 atmayı unutmayın yorumlarınızı bekliyorum...

🦋🦋🦋

Haftalar sonra

Azad KİDARNİ


Haftalardır Cihangir Şahmaran’ı bulmak için geceyle gündüz arasında bir fark gözetmeden iz sürüyordum. Fakat yoktu. Sanki biri geçmişi bir silgiyle öylece silmiş, üstünü kalın bir örtüyle örtmüştü. Geride ne bir ayak izi, ne bir ses, ne bir koku… Hiçbir şey kalmamıştı.

Bugün Mardin’e geri dönüyordum. Gül, her gün arayıp dönmem için yalvarırcasına ısrar ediyordu. Yokluğumda bir şey olduğu belliydi, ama Gül susuyordu. Konuşmuyor, sadece Hivda'yla ilgili imalı cümleler kuruyordu. Sanki ağzının içindeki yangın diline kadar ulaşmıştı da, dili yansa bile konuşmamaya ant içmişti.

Sınırı geçip yolu izliyordum. Gözlerim asfalta takılı olsa da zihnim çok daha karanlık bir yerdeydi. Hatırlamak istemiyordum ama konağa döndüğümde onu görecek olmanın ağırlığı beni şimdiden tüketiyordu. Onun varlığı azaptı. O, bana zulüm olan kadındı. Ben, ona cehennem olan adam.

Kendimi inkâr edercesine bastırdığım duyguların, gün geçtikçe içimde daha yüksek sesle bağırdığını fark ediyordum. Onun bakışları… O bakışlarda hem bir ölüye ağıt vardı, hem de bir bebeğe sarılmış bir annenin merhameti. Kokusu… İlk solukta masumiyet gibi giriyor ciğerlerine, sonra ciğerlerini yakarak içini lime lime ediyordu. Saçlarının her telinde bir ağırlık vardı; acıdan örülmüş, fedakarlıktan dokunmuş. Yine de en kötüsü… En kötüsü sıcaklığıydı.

Beni en çok mahveden, ona alışıyor oluşumdu. Soğuk ve yağmurlu akşamlarda, üşümüş bir kedi gibi onun ellerine, saçlarına, ayaklarına sığınıyordum. Kendime bile itiraf edemediğim bir özlemle onu arzuluyordum. Ben, düşman kızına yeniliyordum.

Tam o sırada, telefonumun ısrarlı titreşimlerini fark ettim. Ekrana baktığımda donup kaldım.

Ciwan Şahmaran.
Cenaze değil. Ölüm değil. Peki, beni neden arıyordu?

Telefonu açıp hoparlöre verdim. İlk gelen ses, boğuk bir hışırtıydı. Ardından gelen, tanıdık ve yorgun bir sesti:

“Azad…”

Ciwan’ın sesi… Çaresizliğin, bitkinliğin, omuzlarına çöken yorgun yılların sesi gibiydi. Sanki tek bir kelimeye tüm acısını sığdırmıştı. O “Azad” deyişte bir kardeşin sitemi, bir dostun çırpınışı, bir yüreğin kırığı vardı.

“Ne var Şahmaran?” dedim, kendimi duygusuz göstermek ister gibi, düz bir sesle.

Ciwan biraz sustu. Sonra kısık, neredeyse fısıltıya benzeyen bir tonda konuştu:

“Hiçbir şey sorma. Sadece sana atacağım konuma gel.”

“Beni öldürmek için ıssız araziler mi ayarladın?” dedim alaycı bir tebessümle, ama içimde yükselen kaygı buz gibi bir gerçekti.

LÂL SES [+18]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin