Müzik ruhun ilacıdır diyen kim ise kesinlikle doğru söylemiş. Evde tektim, her zamanki gibi. Müzik dinleyerek okula hazırlanıyordum. Günlük rutinimin bir parçasıydı bu. Tom Odell'in, Another Love şarkısı çalıyordu. Anlamını biliyordum. Bu yüzden seviyordum. Aklıma onu getiriyordu. Şarkının sonlarına yaklaşırken ne açacağımı iyi bilerek telefonu elime aldım. Listede en başta olan şarkıyı açtım. Şarkı en son kaldığım yerden başlarken istemsizce eşlik ettim. "Geçmiş değil, bugün gibi yaşıyorum hala seni, sen hep benim yanımdasın. Gündüzümde gecemdesin, çalınmasın söylenmesin, sen benim şarkılarımsın. Geçmiş değil, bugün gibi yaşıyorum hala seni, sen hep benim yanımdasın. Gündüzümde gecemdesin, çalınmasın söylenmesin, sen benim şarkılarımsın". Şarkı çalmaya devam ederken kıyafetlerimi giyindim. Saçlarım zaten dalgalıydı, evdeki sabitleyici kremi saçlarıma dalgasın ı bozmadan sürdüm. Aynanın karşısına geçip kendime baktım.
Okul formamız değişikti. En azından diğer okullara göre farklıydı. Okul özel okuldu ve formaları öğrenciler yıllar önce belirlemişlerdi. Beyaz gömlek, siyah mini etek ve kravat. Kız erkek fark etmeksizin kravat zorunluydu. Erkekler etek yerine pantolon giyiyorlardı sadece. Şarkı sonlanırken telefonumu ve çantamı alıp evden çıktım. Kulaklıklarımı kulağıma geçirdim ve seçmelerde söyleyeceğim şarkıyı açtım. Bizim okulumuzda şarkı yarışmaları yapılıyordu. Ve okulun müzik grubu kurulacaktı. Ana şarkıcı hala eksikti. Bende küçük yaştan beri şarkı söylediğim için bu fikre koşa koşa atlamıştım. Shontelle- İmpossible şarkısıyla katılacaktım. Mırıldanarak okula doğru yürümeye başladım. Aslında ailem arabayla gitmemi isteseler de ben yürümeyi tercih ediyordum. Onlar da çoğu zaman ülkede bile olmuyorlardı zaten. Bu yüzden herhangi bir sorun yaşamıyorduk. Onlar ebeveyn olmayı sadece bana istediklerimi alarak yapıyorlardı. Küçüklüğümden beri sayısız dadım olmuştu. Her seferinde aynı cümleyi kurmuştum. "Onu istemiyorum". Çocuktum işte. Ben öyle söyleyince annemin benim yanımda kalacağını sanıyordum. Ne kadar yanılmıştım. Her seferinde yeni bir dadı, her seferinde yeni çalışanlar ama asla ailem değil. Benim ailem kedimdi. Küçükken annem ve babam birkaç haftalığına yanıma gelmişlerdi. Bir çay bahçesine gitmiştik. Orda gördüğümüz yavru bir kedi kucağıma oturmuş ve kalkmamıştı. Annem kediyi istemese de babam bana arkadaşlık etmesi içi eve almayı kabul etmişti. Ortaokula geçtiğimde ailemi hepten görmeyi bırakmıştım zaten. 7. sınıfa geçtiğimde umudumu kesmiştim. Ailem beni görmeye gelmeyecekti. Aksine beni yurt dışına yanlarına çağırıyorlardı. Gitmek istemiyordum. Türkiye'yi seviyordum. Annem bir Türk, babam ise İngiliz'di. Babam moda tasarımcısı, annem ise modeldi. Benim de ikisinden birinin yolundan gitmemi istiyorlardı. Şarkıcı olmak istediğimi söylediğimde ise aynı zamanda model de olabileceğimi söylüyorlardı. Her zaman güzel olduğumu biliyordum. Kendimi bildim bileli aldığım o kadar çok övgü vardı ki. En ufak bir eleştiride düzeltmem için üstümde baskı kurulurdu. Bunları düşünürken okulun önüne gelmiştim bile. Kulaklığımı çıkarıp çantama koyarken müziği kapattım. Öğrenciler yavaş yavaş geliyor ve okulun içine giriyorlardı. Aynı şekilde içeri girdim. Ders kimyaydı. En sevmediğim ders. Asla yüksek not alamazdım. Tüm notlarım tam nota veya tam nota yakınken kimya yerlerde sürünüyordu. Aileme göre zaten modellik kariyerime odaklanmam gerektiği için kimya dersim sorun değildi. Telefonumdan gelen mesaj sesiyle tam telefonuma dönmüştüm ki bana çarpan biriyle telefonum ekranının üstüne yere düştü. Kafamı kaldırıp bana çarpan kişiye baktım. Karşımdaki kız görmek isteyeceğim son kişiydi. İclal Korlu. Selim Korlu'nun kızı. Ailemiz ortaklardı. Küçüklüğümüzden beri tanışıyorduk ve birbirimizden nefret ediyorduk. Çünkü İclal ben neye sahip olsam veya sahip olmak istesem elimden alıyordu. Birini sevsem gidip onu bana düşman ediyordu. "Önüne baksana be" diye cırlayan kızla yüzümü buruşturdum. "Kes sesini İclal. Kulaklarım kanıyor sayende. Ayrıca bana çarpan sendin. Bana bir telefon borçlusun" dedim. Telefonum kırılmıştı. Yere çok sert düşmüştü çünkü. Sahte bir gülümsemeyle "Biz çocukluk arkadaşıyız. Aramızda böyle şeylerin lafı mı olur. Hadi seçmelerde görüşürüz" deyip gitti. Bir gün bu kızı yolacağım ama hadi hayırlısı. Yere eğilip telefonumu aldım. Ekranına baktım. Kırılmıştı. Kırılmak ne kelime tuzla buz olmuştu. İclal'e bir kez daha lanet okuyup kimya sınıfına yöneldim. Zil çoktan çalmıştı. Of, şimdi o gıcık kimyacının lafını dinlemek zorunda kalacağım. Kimya sınıfının önüne geldiğimde üstümü başımı düzeltip kapıyı çaldım. İçeriden ses gelmeyince kapıyı açıp kafamı uzatarak içeriyi kontrol ettim. Hoca yoktu, herkes yerinde hocayı bekliyordu. Bir anda arkamdan duyduğum sesle olduğum yerde sıçradım. "Kapıyı açıp içeri girmeyi planlıyor musun?" hızla kapıyı açıp kendimi içeriye attım. Gözlerimi etrafta gezdirdim. Tek boş olan yer cam kenarındaki en arkaydı. Hayret, genelde ilk orası kapılırdı. Hızla oraya gidip cam köşesine oturdum. Ve daha deminki sesi tekrar duydum, " Daha demin yolumu kapatıyordun, şimdi de yerimi kaptın. Derdin ne senin?" diye beni tersledi. Ona dönerek "Bir derdim yok. Gördüğün gibi tek boş yer burasıydı." Dedim. O sırada hoca geldiği için yanıma oturmak zorunda kalmıştı. Dışarıdan her ne kadar sakin görünsem de sakin değildim, kesinlikle değildim. Tanrı aşkına, kim platonik olduğu kişinin yanında sakin olurdu ki? Evet, doğru duydunuz. Yanımdaki bu çocuğa bir senedir platoniğim. Kaba durduğunun farkındayım. Ama öyle değil. En azından benim tanıdığım kadarıyla. Ders boyu o uyumuş, bense yarı onu izlemiş, yarı dersi dinlemiştim. Dersin ortalarındayken müzik öğretmenimiz gelmişti. Beni ve İclal'i seçmeler için çağırıyordu. Zaten kimya dersinden kaçmak için bahane arayan ben için bu mükemmeldi. Hızla hocanın yanına gittim. İclal hanımın gelmesi iki saat sürdüğü için kapının ağzında beklemiştik. En sonunda geldiğinde aşağıdaki konferans salonuna indik. Şarkılarımızı söyleyecektik. Tam biz sahneye çıkacakken hoca "Şarkıları şimdi söylemeyeceksiniz. Sonraki ders söyleyeceksiniz. Ayrıca benim seçtiğim şarkıyı söyleyeceksiniz. Şarkıyı o esnada öğrenirsiniz. Şimdi ses pratiği yapın. Sonraki ders tüm sınıfların önünde ve jüri seçtiğimiz bazı öğrencilerin önünde performanslarınızı sergileyeceksiniz. Sizi onlar seçecek" deyip arkasını dönerek konferans salonundan çıktı. Ben ne bok yiyeceğimi düşünürken İclal oldukça rahattı. "Nasıl rahat olabiliyorsun anlamıyorum. Son saniye öğreneceğimiz bir şarkıyı tüm okulun önünde söyleyeceğiz." dedim. Gülerek "Senin aksine ben utangaç veya çekingen değilim. Bana göre sorun yok sen düşün" dedi. Oflayarak sahne arkasına yöneldim. Umarım şarkı yabancı olurdu. İngilizceye daha yatkın olduğum için yabancı şarkıları daha iyi bir tonda söyleyebiliyordum. Türkçe şarkılarda bazı yerlerdi sesi veremiyor, gerekli tonlamayı yakalayamıyordum. Bu çok can sıkıcıydı. Diğer derse kadar Türkçe şarkılar üzerindeki tonlamamda çalıştım. Ben ve İclal sahne arkasında beklerken biz hariç seçilen grup üyeleri sahneye çıkmışlardı. Grupla olan uyumumuza da bakılacaktı. En sonunda konuklar ve jüri olacak öğrenciler yerlerini almış olacaklar ki bizi çağırdılar. İkimiz sahneye çıkınca büyük bir alkış tufanı kopmuştu. Hemen ardından ise müzik hocası çıktı. Onu da kısaca alkışladıktan sonra hoca herkesi susturdu. "Evet, hepiniz hoş geldiniz. Yarışmamız başlamak üzere. Lafı çok uzatmayacağım, zira yarışmacılarımız bir hayli heyecanlılar. Yarışmamız iki aşama şeklinde yapılacak. İlk aşama yabancı, ikinci aşamada Türkçe bir şarkı söyleyecekler. İkisinin de şarkıları birbirlerinden farklı olacak. Ve şarkıları siz seçeceksiniz. Lütfen sınıf gruplarınıza gönderilen linke tıklayarak istediğiniz şarkıları yazın." Dedi. Herkes hızla telefonlarına gömüldü. Birkaç dakika sonra ise oylama bitmiş olacak ki herkes tekrar bize dönmüştü. Hoca telefonunu kontrol edip "Evet, hanımlar. İlk yarışacak yarışmacımız İclal. Söyleyeceği şarkı da Dont Let Me Down. Evet, İclal sahne senin." Dedi ve sahneden indi. Umarım bana da böyle bir şarkı gelirdi. En sevdiğim şarkılardan biri buydu. Şarkını ritmi başlarken İclal mikrofonun önünde yerini almıştı. Jürilerin kim olduğuna bakmak için kafamı uzatmıştım ki jüri koltuğunda gördüğüm kişiyle nefesim kesilmişti. O an İclal'i ve söyleme şeklini tamamen unutmuştum. O jüri koltuğundaydı. Dikkatle İclal'i dinliyordu. Onun başka bir kıza dikkatli bakmasını istemiyordum, başka kızları dikkatle dinlesin istemiyordum. Onun için tek olmak istiyordum. Beni dinlesin, beni izlesin istiyordum. Her şeye sahiptim. Bir erkeğin, bir kızda isteyeceği her şeye sahiptim. Tek sorun platonik olmamdı. Açılsam belki kabul ederdi. Ama belki de etmezdi. İhtimaller, ihtimaller, ihtimaller. Ben Katre Roshell'dım, kesin olmayan hiçbir şeye kalkışmaz, net olmayan şeyleri sevmezdim. Ben ki net ve kesin olmayan şeyleri sevmeyen kız en dengesiz insana vurulmuştum. Onu izlemeye o kadar dalmıştım ki, şarkının bittiğini duyduğum alkışlardan anladım. İclal herkesi selamlayıp sahne arkasına yanıma geldi. Birden beni sırtımdan itince kendimi sahnede buldum. Aynı İclal de olduğu gibi alkış tufanı koptu. Hızla onları susturdum ve yerimi aldım. Sonunda sahnede ışıklar altındaydım. Hayalimi yaşamak üzereydim. Müzik hocası sahneye çıkıp İclal hanımı başarısından dolayı tebrik ettikten sonra bana döndü. "Senin şarkın Chandelier. İyi şanslar" dedi ve sahneden indi. Şarkıyı biliyordum şarkı benim giriş yapmamla başlayacaktı. Şarkının ufak giriş ritmini duydum ardından şarkıya girdim. Anlamını seviyordum. Güzeldi. Ama şarkıyla ilgili tek sorun bir bağırma yeri olmasıydı. Ve benim gibi yumuşak sesli biri için o kısım oldukça zorlayıcı olacaktı. O kısma yaklaştıkça gerginliğim artıyordu." One, two, there, one, two, there, drink, One, two, there, one, two, there, drink, One, two, there, one, two, there, drink. Throw'em back'til I lose count" bağırma kısmı gelmişti. Ben ses desibelimi zorlayarak olabilecek en son noktaya kadar çıkarken grubun kalanı da ses desibelini arttırmışlardı. Şarkıyı güç bela bitirdiğimde nefes nefese kalmıştım. Herkes alkışlamaya başlamıştı. İclal sahnede yanıma gelirken " Tebrikler kızlar ikinizde harika söylediniz. Sesleriniz adeta dans ediyordu. Şimdi Türkçe şarkıya geçiyoruz. Evet, normalde ayrı ayrı olacaktı Türkçe şarkılarda. Ama bir şarkı en çok oyu aldığı için onu birlikte söyleyeceksiniz. Aşk Paylaşılmaz şarkısı. Şimdi 5 dakika ara. Şarkıyı nasıl paylaşacağınızı kararlaştırın." Dedi ve sahneden indi. İkimizde sahne arkasına gittik. Karşılıklı koltuklara kendimizi attık. Şarkı söylemek yorucuydu. Ayrıca aylardır kendi şarkılarımıza çalışıyorduk. Bu durum bizi daha da zorluyordu. İclal bana dönüp "Sesimi beğendin mi?" diye sordu. Bende "Dinlemedim ki" diyerek dürüst oldum. İclal gülerek " Farkındayım. Ondan gözlerini çekemedin ki. Dikkat et su damlacığı. Denizde kaybolma." Dedi. Bunu söylerken çok içten bakıyordu. Evet, her ne kadar çoğu konuda birbirimizi sevmesek de, hatta nefret etsek de biz çocukluk arkadaşıydık. İster istemez seviyorduk. İclal benden 3 ay büyüktü. Küçükken bana ablalık tasladığını hatırlıyordum. İclal " Artık başlayalım. Nasıl paylaştıracağımızı kesin kararlaştıramayacağımız. O yüzden doğaçlama yapacağız. Tamam, mı su damlacığı?" bana su damlacığı demesine gülerken kafamla onayladım. İclal küçüklüğümüzden beri isimlerin anlamlarına takıntılıydı. İnsanlara özellikle öyle hitap etmeyi seviyordu. Bana da ismimin anlamı olan su damlacığı diyordu. Biz konuşurken grupta olan ikizler bize yaklaştılar. Onlar yardımcılardı. Yani şöyle, şarkı dinlerken ana şarkıcının sesinden farklı bir ses ya tekrar eder veya farklı şeyler söyler ya bu kızların işi buydu. İkizler çift yumurta ikizleriydi. Biri sarışın, biri kızıldı. Ortak olan tek özellikleri çilleri ve masmavi gözleriydi. Kızıl saçlı olanın adı Alçin, sarışın olanın adı Feray'dı. Onların seçmelerine katılmıştım. Bu yüzden biliyordum. Feray bize bakıp samimi bir gülümsemeyle " Tebrikler kızlar. İkinizde çok başarılıydınız." Dedi. Alçin kardeşine göz devirirken "Buraya onları tebrik etmeye gelmedik Feray. Jüri çoktan kararını verdiğini Türkçe şarkıyı istemediğini söyledi." Ya bugün her şey neden ışık hızında gelişiyor. Yeminle yetişemiyorum. İclal ayağa kalkıp yanıma gelerek beni de kaldırarak sahneye adeta sürüklemişti. Biz çıkınca herkes zamanın geldiğini anlamış gibi yerinde diklenmişti. Müzik hocamız yine sahneye çıkmıştı. Bu adamdaki sahne aşkı da beni benden alıyordu. Biraz daha boş konuşmalarına devam ettikten sonra. "Hadi bakalım. Şimdi İclal'i destekleyenlerden bir alkış alalım." Dedi ve salonda büyük bir alkış sesi yankılandı. Birçok kişi alkışlıyordu. Hoca onları sustururken içime bir üzüntü çökmüştü. Ya kaybedersem? O zaman ne olacaktı. Üzüntüm yüzüme yansımış olacak ki jüri koltuğundaki onunla göz göze geldik. Bana gülümsedi. O bana gülümsedi. Ona olan sevgim iki katına çıkarken o tekrar hocaya döndü. Hoca "Vay, İclal'in bayağı destekçisi varmış anlaşılan. Şimdi de gelelim Katre'ye. Katre'yi destekleyenlerden de bir alkış alalım" dedi ve kocaman bir alkış koptu. Arkalardan bir ıslık ardındansa "Yürü be kızım Katre" diye bağırdı biri. O tarafa döndüğümde kolunu sevgilisinin omzuna atmış ıslık çalan Çınar'ı gördüm. Bana güven veren bir gülümsemeyle baktı. Yanındaki sevgilisi Azze de gülümseyerek alkışlıyordu. Azze benim sınıfımdan bir kızdı. Çınar ise bizden bir sınıf üstteydi. Çınar bana bu okula geldiğimden beri abilik yapıyordu. O benim asla sahip olmadığım abim gibiydi. Beni ilk günden beri korumasının bir sebebi de okulda yeni olduğum için beni taciz etmek isteyen birkaç üst sınıftı. Beni sıkıştırdıkları yerden geçerken görmüş ve yardım etmeye karar vermişti. Biz böyle tanışmıştık sonra ise o yavaş yavaş benim abim ilan etmişti kendini. Alkışlar susunca jürilerden bir kız ayağa kalkıp hocaya bir kâğıt uzattı. Kazananın yazdığı kâğıdı. Hoca klasik heyecan yaratma cümlelerini kullandıktan sonra kâğıdı açtı. Ve duyduğumuz şeyle ikimiz de aynı anda "NE!" diye bağırmıştık. Jüri üyeleri bizim birlikte sahne almamıza karar vermişti. İmkânı yoktu. Aslında vardı da İclal Hanım birden vahşi kedi gibi üstüme atlayarak bunu imkânsız kıldı. Bir yandan saçlarımı çekiştiriyor bir yandan da "Benim hakkımdı. Yine sahip olduklarıma ortak çıktın. Her yerden çıkmak zorunda mısın" diye bağırıyordu. İclal bana vururken benim de elim armut toplamıyordu ya, bende ona karşılık vermeye başladım. Biz sahnede öylece debelenip yuvarlanırken bazıları telefonlarını çıkarmış bizi çekiyor, bazılarıysa gülmekle yetiniyordu. Çınar üstümde olan İclal'i belinden tutup kaldırırken biri de beni belimden tutup İclal'den uzağa çekmişti. Kim olduğu umurumda bile değildi o an. İclal ve ben birbirimize karşı olan öfke ve nefretimizi kusmak için fırsat bulmuştuk. Hiç durur muyduk? Ben debelendikçe belimdeki kollar sıkılaşıyordu. Kulağıma fısıldayan sesle durdum. "Sen ne hırçın çıktın öyle" diyen sesiyle kalbim şaha kalkarken bedenim durmuştu. Müzik hocamız burnundan soluyordu. "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz!? İkinizi de diskalifiye ediyorum. Ayrıca bir hafta uzaklaştırma aldınız" dedi. Belimdeki kollardan hızlıca kurtulup hocanın yanına gittim. "Hocam lütfen yapmayın. Bu benim son şansım. Lütfen atmayın" demiştim ki lafımı keserek "İki hafta oldu küçük hanım" dedi. İclal'e nefret dolu bakışlar atarak oradan hışımla ayrıldım. Sınıfa çıkıp eşyalarımı çantama tıktığım gibi kendimi okulun dışına attım. Eve gidemezdim. Evdekiler hemen aileme haber verirlerdi. Saatlerce, akşam olup hava kararana kadar yollarda boş boş yürüdüm. Evdeki hizmetlilerin hepsinin işini bitirip gideceği saati bekliyordum. Yağmur bastırmıştı. Son 2 saattir aralıksız yağıyordu. Sıçana dönmüştüm. Saatimi kontrol ettim. 23.34, tüm hizmetliler dağılmıştır. Evden çokta uzakta olmayan parktaydım zaten. Eve doğru hızlı ve büyük adımlarla yürüdüm. Kapının önüne geldiğimde anahtarımı çıkarıp hızla eve girecektim ki kapının yanına düşen zarfla durdum. Zarfı elime aldım ve daha fazla soğuğa maruz kalmamak için eve girdim. Odama gidip zarfı masamın üzerine koyduktan sonra duşa girdim. Sıcak bir duş oldukça iyi gelmişti. Üstüme pofuduk pijamalarımı da geçirdikten sonra zarfı alarak yatağımın üstünde bağdaş kurup oturdum. Zarfı açtığım gibi içinden bir bilet düştü. Elime aldım. Sinema, tiyatro veya herhangi bir etkinliğin biletine benzemiyordu. Uzun bir kâğıttı ve üstünde sadece yazı vardı. "Ufak bir oyuna ne dersiniz? Süresiz bir şekilde 14 kişilik bir ekip olarak bir evde kalacaksınız. Amacınız size verilen görevleri tamamlamak. Tamamlayamayanlar elenir. En son kalan ise büyük ödülün sahibi olur. Eğer katılmak isterseniz aşağıdaki numarayı aramanız yeterli" yazıyordu. Normalde bunu günlerce düşünür, kafamda tartar, saatlerce kafa yorardım. Ama şu an kaybedecek neyim var diyerek telefonu alırken o kadar kaygısızdım ki. Ne olacaksa olsun modundaydım. Hızlı bir şekilde numarayı çevirdim. Dördüncü çalışta açıldı. Mekanikleştirilmiş bir ses "Şafak vakti, okul binasının önündeki siyah minibüse bin. Seni oyun yerine götürecekler." Dedi. Tek bir soru sordum. "Kimsiniz?". Bu soruya karşılık gülerek "Kim olduğumu açıklasam oyunun tadı kalmaz. Ama siz bana Yazar diyeceksiniz. Unutmayın, ben yazarım siz oynarsınız." Dedi ve telefon kapandı.
EVVET, Herkese selamlar. Yine ben ve yine yeni bir kurgu. Biliyorum benden bıktınız. Hiçbir itabıma devam etmiyorum. Ama bir karar aldım. Hazır yaza da girmişken hem bu kurgumu hem de Ayın Kızı kurgumu bitirmeyi planlıyorum. Ayın kızı tek kitap, bu ise iki kitap şeklinde olacak gibi görünüyor şimdilik. Bu yaz ilk kitabı bitiririm. Neyse saat çok geç oldu yatma vakti. Bölümü atmadan gitmeyeyim demiştim. Sonraki bölümde kız karakterlerimin modelleriyle sizi tanıştıracağım. Erkek karakterlerime model seçmedim henüz. Onu size bırakıyorum. Hepinize iyi geceler canlarım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OYUNCU 07
Roman pour AdolescentsBirbirlerini yalnızca okuldan tanıyan 14 kişi. Bir oyuna katılırlar. Kendilerine verilen görevleri yapmak zorundalar. Yapmazlar ise elenirler. Elenmenin gerçek anlamını keşfettiklerinde çok geç olabilir. Yazar ismindeki kişi evi yönetirken kahramanl...