bugün konuşmayacağım. direkt geçiyorum. Sadece sevgili okurlarım size tek bir şey demek istiyorum. Ben sizlere masum tarafımı, 8 yaşındaki bir kız çocuğunu veriyorum. Siz de kırmayın onu, olur mu?
Herkesin çocukluk arkadaşları vardır, değil mi? Beraber büyüdüğü.
Benim çocukken iki arkadaşım vardı. Biri İclal. Onunla kendimi bildim bileli tanışıyordum. Birbirimizden nefret ederek büyümüştük.
Ne kadar da değişik değil mi? Daha küçücük çocuklarken nefreti bilmemiz. Pek iyi değil sanki. Ama bizim nefretimiz değişikti. Birbirimizi baskalarina karsi desteklerdik, ama asla ve asla baska konuda yardim etmez aksine işini zorlaştırırdık.
Biz 8 yaşlarına kadar böyle devam ettik. Sonra yanımıza bizim yaşlarımızda bir erkek çocuğu getirdiler. Kumral saçları ve bal gözleriyle çok sevimli duruyordu. İclal onu pek sevmemişti. Ama ben sevmiştim. Tatlı, nazik ve yaşıtlarına göre oldukça olgundu.
Biz 14 veya 15 yaşındaydık sanırım. Bana beni sevdiğini itiraf etmişti. Sonra da çıkma teklif etmişti. Ona olan sevgimi yanlış yorumlamış ve kabul etmiştim. İlk zamanlar hiçbir şey değişmemişti. Anlaşıyorduk. Bir süre sonra kıskançlıkları başladı. Kıskançlıkla beraber kısıtlamaya çalışmalar da. Tabi ben bunları sonradan fark ettim.
Ailem her zamanki gibi yurt dışındaydılar. Bana her zaman dışarıda ne işimiz var evde oturalım beraber diyordu. Ben de safım ya, kanıyordum. O gün ne hikmetse İclal hanımın bize geleceği tutmuştu. Tam olarak ne olduğunu hatırlamasamda Altay ile kavga ettiğimizi hatırlıyordum. Ama çok büyük bir kavga. Altay'ın öfke kontrol problemi olduğunu hep biliyordum. Vazolar, bardaklar, tabaklar yerlerdeydi zaten. Hem o hem de ben ortalığı yıkıyorduk.
O bana vurmak için elini kaldırdığında sabahtan beri dahil olmayan İclal onun bileğini tutmuş ve döndürerek arkasına sabitlemişti. Ardından ise kibar(!) bir dille ona çekip gitmesini söylemişti. O sırada ben daha fazla kendimi tutamamış ve ağlayarak odama çıkmıştım. Bir süre Altay'ın aşşağıdan bana bağıran sesini duymuştum.
Sesler kesildikten kısa bir süre sonra İclal odama gelmişti. Yanıma gelmiş ve gözyaşlarımi silmişti. "Ağlama. Ağlayınca kurbağaya benziyorsun." demişti. O sırada sinirden mi bilmiyorum gülmüştüm. Ben gülünce o da gülmüştü.
"Hah şöyle. Gül. Senin sinirlerini bozmuş o hödük. Neyse, ben düzeltirim senin sinirlerini. Seni öyle bir kısıtlıyor ve sana fark ettirmeden yapıyor ki bunu eve tıkılıp kaldın. Şimdi seni hazırlayacağım ve dışarı çıkacağız" demişti. Tamam, bu kızı ne kadar sevmesemde bazen çok iyi biri oluyordu.
Dediği gibi yapmıştık. O kadar eğlenmiştim ki. Sonra biz eski halimize dönmüştük. Altay ise yapacak bir şeyi olmadığını ve beni kısıtlayamayacağını fark etmişti.
Geçen senenin başında ise yine şiddetli bir kavgayla ayrılmıştık. Daha doğrusu ben ayrılmıştım. O ise kabullenememişti. Bunu şuan açıkca görebiliyordum.
Okulunun değiştiğini zaten biliyordum. Ama şuan karşımdaki çocuk Altay olamazdı. Benim tanıdığım uzun kumral saçlı ve bal gözlü tatlı bir çocuktu. Bu karşımdaki kısa saçlı, bal gözleri dehşet ve öfke saçan takıntılı adam değildi.
İclalin kahkahası birden odayı doldurdu. Ama delirmiş gibiydi. Neşeli olduğu için değil sinirden gülüyordu.
"Lan it herif. Sen hala hangi yüzle bu kıza sevgilim diyorsun!?" diye bağırdı. Ayağa kalkıp tam onun üstüne atılacağı sırada arkasındaki Pamir onu belinden yakaladı.
İclal çırpınıyor, Pamir daha sıkı tutuyordu. İclal öfkesini kusamadığı için iyice hırçınlaşıyordu. Altay ise hiç yardımcı olmuyordu. "Abartma İclal. Ben Katre'ye hiçbir şey yapmadım. Alt tarafı kavga ettik" dedi.
Alt tarafı kavga mı? Duyduğumla istemsizce yutkundum. Gözlerini bana dikmiş olan Ezel bunu fark etmişti. İclal ise delirmiş gibiydi. Pamir onu tutmakta zorlanıyordu.
"ALT TARAFI KAVGA MI!? ONA VURDUN LANET OLASI!" diye gürleyen İclal ile gözlerimi yumdum. Herkes gözlerini bizim üzerimize dikmişti. Lanet olsun, söylemek zorunda mıydı?
Altay'ın omzundaki eli duruyordu. O sırada önden bana yaklaşan bedenle gözlerimi açtım. Ezel bize yaklaşıyordu. Kolunu uzatıp Altay'ın bileğini yakaladı. "O eli çek."
Kesin ve net sesi insanın içini ürpertiyordu. Ama sorun şuydu, Altay da korkak biri değildi.
"Ne yapabilirsin, diyelim çekmiyorum elimi ne yapacaksın?" Dedi.
Çınar birden hızla olduğu yerden Altay'ın üstüne fırlamıştı. "KİMSEYE KALMAZ ONA DOKUNAN PARMAKLARINI YERİNDEN SÖKERİM SENİN" diye adeta gürlemişti.
Çınar konu bensem fazla hassas oluyordu. Beni ölen kız kardeşinin yerine koyduğunu biliyordum. Biraz fazla korumacıydı.
Azze, bizde doğru hızlı adımlarla geldi. Beni ayağa kaldırıp onlardan uzaklaştırdı. İclal hala delirmiş gibi davranıyordu.
O sırada patlayan silah sesiyle hepimiz yere atmıştık kendimizi. Ne oluyordu? Silah sesi nerden geliyordu?
Yüreğim ağzımda atıyordu. Çınar o kargaşada yanımıza ulaşmış bana ve Azze'ye siper olmuştu. İkizler birbirlerine siper olamaya çalışıyorlardı. Pamir, İclal'e siper oluyordu. Kalanlar ise kendilerini koruyorlardı.
Silah sesleri sustuğunda hepimiz kafamızı kaldırdık. Ekranda kırmızı ve büyük harflerle bir yazı belirmişti. "Benim dediklerimin dışında çıkmak yasak." yazıyordu.
Anlaşılan o istemediği sürece kavga da edemeyecektik. Haklıydı, o yazardı biz oynardık. Ve bunun dışına çıkamazdık.
"Hepinizin odaları belli. Uyandığınız odalar sizlere ait. Ben söylemediğim sürece, ya da izin vermediğim başkasının odasına gidemezsiniz. Evdeki her odada böyle ekranlar var. Her biriniz bir görevi tamamladığınızda ekranlarda görevi tamamladığınızı gösteren bir yazı belirecek. Hepiniz ceplerinizi kontrol edin. Sizlere birer telefon verdik. Oradan sadece benimle ve birbirinizle iletişim kurabilirsiniz. Kurallarıma karşı çıkarsanız elenirsiniz. Ama dikkat edin. Elenmenin anlamini anladiginizda çok geç olabilir."
Elenmek, elenmek... Lanet olsun elenmeğin ne demek olduğunu anlamıştım. Ki yüksek ihtimalle digerleri de anlamışlardı. Oyunda elenirsek gercek hayatta da elenirdik. Elenmek ölüm demekti.
Hepimiz ceplerimizi kontrol ettik. Evet, gerçekten de küçük birer telefon vardı ceplerimizde. Sadece mesaj yeri ve ilginç sekilde muzik yeri vardı. Bu ilginçti. Neyse, cok sorgulamayacaktım.
Hepimizin telefonları titreşirken birbirimize baktık. Demek oyun şimdiden başlamıştı. Hepimizin gözünde farklı bir ifade vardı. Korku, endişe, şüphe ve kararsızlık.
Kendi mesajımı hızlıca açtım.
"Merhaba Oyuncu 07. Oyun başlıyor. İşte ilk gorevin;
Bu gece Oyuncu 14'ün odasına git ve 2 saat boyunca dur. Saat gece 02.00'ı geçtiği an odana dön. Saat tam 00.00'da onun odasına git. Başarılar :)"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OYUNCU 07
Dla nastolatkówBirbirlerini yalnızca okuldan tanıyan 14 kişi. Bir oyuna katılırlar. Kendilerine verilen görevleri yapmak zorundalar. Yapmazlar ise elenirler. Elenmenin gerçek anlamını keşfettiklerinde çok geç olabilir. Yazar ismindeki kişi evi yönetirken kahramanl...