10 "Öyle Güzelsin Ki..."

408 53 58
                                    

Merhaba herkese! 

Karneler nasıl bakalım? 

Karne hediyesi olan ve hele şükür diyeceğiniz bir bölümle geldim. Bölüm epey uzun ama napıyoruz, atlamadan okuyoruz. Çünkü ben her bir satırı üşenmeden yazdım sizin için. Oy ve yorum da bekliyorum ama Everglow'a kimse asla yorum yapmıyor. Önceki bölümlere bakarsanız görürsünüz. 

Bundan sonra The Revenge ve Driftwood yazmaya kaçacağım. O ficlerimdeki Taekook'umu da çok özledim. Hemen yeni bölüm atmam gerek sksjkshs. Devam eden ficlerimi bitireceğim ve yepyeni ficler yayınlayacağım. Bu yüzden beni takip etmiyorsanız muhakkak edin. 

Ayrıca yarın sınava girecek olanlara da başarılar diliyorum. Umarım her şey dilediğiniz gibi olur. Size güveniyorum. Hiçbir şey için korkmayın ve gerilmeyin. Bu bölüm biraz da olsa stresinizi alır umarım. 

Keyifli Okumalar... See You!

***


Mutluluğu ve sevgiyi, saf acıyla harmanlayan, insanı yakıp geçen ama yaktığı yerden gülümseten karmaşık bir duygu vardır. Bu bir farkındalık anıyla kalbinizi kuşatır; Değer verdiğiniz birini gerçekten kaybedeceğinizi anladığınız o yıkıcı anda, bir anda aklınıza onunla geçirdiğiniz tüm özel zamanların gelmesi gibidir. Sonra anlarsınız ki, tamamen kaybetmek diye bir şey hiç olmamış çünkü o kişi, bugünkü varlığınıza sayısız güzellik kazandırmış. Anılar siz üşüdüğünüzde ellerinizden tutmuş, karanlıkta kaldığınızda umut olup yolunuzu aydınlatmış, yarası tamamen iyileşmemiş belki ama sızlamasın diye şefkatle üflemiş. En sert düşüşlerin nedeni de o imiş, tekrar ayağa kalkmak için sebep veren de. Böylece yüreğimize 'sonsuz parlak' umutlar yerleşivermiş. 

Mutluluğun kaynağı işte bu ince hüzünler olduğu için çok değerliymiş. İngilizcede bu hisse Everglow denilirmiş.

Yüreğimin orta yerine küçük bir çiçek bahçesi serilmiş, etrafı dikenli tellerle çevrilmiş. Hanımeller, akçaağaç, nergis ve ölü papatyalar... Bilirim, koklamak istersem dikenleri canıma batar. Belki dedim kendi kendime, uzaktan sevmek en güzelidir yollarımız ayrılana kadar.

Nihayet kapının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp kartı okuttum. Siyah bavulu içeri sürükleyip boş odaya baktım. Yaklaşık bir aydır uğramamamıza rağmen oda biz kokuyordu. Dışarının soğuğundan korunmak için burnumun ucuna kadar çektiğim montum hâlâ üzerimdeydi, öylece odanın orta yerinde dikildim. Sanki bir aydır değil de birkaç yıldır uğramamışım gibi duvarların rengini inceledim. Geçen sene yağlı boyalarla yapmaya çalıştığım ve duvarda çakılı tek çiviye astığım yalnız sokağın içindeki yeşil bina tablosuna baktım.

 Memlekete dönmeden önce toplamaya çalıştığımız çalışma masasını, rafları eşit sınırlara bölmemize rağmen zamanla birbirine karışan eşyalarımızı, Jungkook'un ranzasından sarkan siyah kumaştan perdelerini, pek kullanmamamıza rağmen atmaya da yanaşmadığımız iki çift terliği, kaloriferin bitişiğindeki sarı puf koltuğumuzu, her şeyi... Her şeyi sanki aradan uzun zaman geçmiş gibi inceledim. Sırt çantamı omuzlarımdan sıyırıp bavulla birlikte köşeye bırakırken bu odaya dair her detayı özlediğimi fark ettim.

Yapmak istediğim şey üstümdeki kalabalıklardan kurtulup yatağıma uzanmak ve belki güneş batana kadar uyumaktı. Daegu'dan, büyükannemin yanından Seul'e henüz dönmüştüm. Onunla vakit geçirmek her zaman huzur verici ve değerliydi, öte yandansa şehirler arası yolculuklar için beraberinde koca bir bavul taşımak, yolda geçen uzun saatler ve tüm bu hengame yorucu oluyordu. 

Henüz saat sabahın sekiziydi ve dersimin bir saat sonra başlayacağını düşünürsek yarım saat uyumak bile bu durumda lükse kaçabilirdi. Daha sonra kendimi uzun ve tatlı bir uykuyla ödüllendireceğime söz vererek kitaplarımı topladım. Odadan çıkmadan önce dönüp son kez bakındım, gözlerim Jungkook'un boş yatağına takıldı. Elim istemsizce cebimdeki telefona gitti. Biletini bu akşam için aldığını bilsem de, daha erken gelip gelemeyeceğini sormak istedim. Sonra kendi fikrimin çocuksuluğu beni güldürdü, elimi cebimden çekip ikinci defa düşünmeden odadan çıktım.

Everglow I TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin