Bölüm 4: Tanışma

14 4 5
                                    

Yazarın Ağzından

Saat 05.00 olduğunda Azazel, Felix ve Vanitas, diğer aile üyelerine iyi dilekler dileyerek ayrıldılar; ardından simsiyah olan bir at arabasına bindiler. Azazel ve Felix yan yana otururken Vanitas tam karşılarındaydı. Uzun sapsarı saçlarını açık bırakmış, kafasına sadece gümüşten yapılma bir aksesuar takmıştı Vanitas. Siyah elbisesi saçlarıyla bir zıtlık uyumundaydı. Bu zıtlık kızın hoşuna gidiyordu.

"Yağmur başladı." diyerek sessizliği bozdu Felix. Sessizliği pek sevmiyordu. Azazel gülümseyerek yanındaki siyah saçlı oğlana baktı. "Yağmuru sevdiğini sanıyordum." Felix, kolunu cama yaslarken "Seviyorum zaten." dedi. Ardından tekrar cama baktı. Vanitas, sessizce ikisini izlerken "Tanıyor musun onları?" dedi. Felix anlamsız gözlerle Vanitas'a bakarken Azazel "Yıllar önce karşılaşmıştık." dedi. Vanitas ve Felix şaşırmıştı. "Nasıl?" diye sormaya kalmadan Azazel konuştu. "Yıllar önce sarışın bir oğlan beni çağırmıştı."

"Ne?"

"Bu nasıl mümkün?"

Felix ve Vanitas meraklanmıştı. Cevap bekliyorlardı ancak hiçbir şey demiyorlardı. "Buraya neden taşındığımızı merak ediyor musunuz?" diye sordu Azazel. Cevap beklemeden devam etti. "Yıllar önce -sanırsam 10 yıl önce- bir ayin sayesinde beni çağırdılar. Bunun için çok uğraştıkları belliydi. Ancak hesap etmedikleri bir şey vardı. Bir şeytan çağırmak oldukça tehlikelidir ve büyük bir günahtır. Gerçi onlar bunun ne denli tehlikeli olduğunu bilmiyor gibiydiler. Geldiğimde büyük bir kaos yarattım. Bir sürü can aldım. Ancak ayini asıl yapan kişiye zarar vermedim." Derin bir nefes aldı. "Uzun sarı saçlı bir çocuktu. Uzun boyluydu ancak bir erkeğe göre fazla güzeldi. Ona zarar vermek istemedim. Gözlerinden yaşlar akarken kızarmış dudağıyla bana yalvarması oldukça hoşuma gitmişti. Onu bulmaya çalıştım yıllarca ve buldum da." diyerek sözünü etti.

"Sen- sen aşık mı oldun yoksa?" Vanitas bunu kısık sesle söylemişti. Azazel gülümsedi. "Belki de." Gülümsemesi soldu. "Fakat buraya benim sözde aşkımı görmek için gitmiyoruz. İntikam istiyorum. O çocuğun kanını istiyorum." dedi. Bunu söylerkense gözleri kan kırmızısı bir hal aldı.

"İyi de neden o çocuğun kanını istiyorsun?"

Azazel, yanında duran Felix'e baktı. "Belki başka zaman anlatırım. Ayrıca bunu ilk öğrenen sizsiniz. Benimle geliyorsunuz çünkü bunun için uygun kişilersiniz. Şimdilik."

"Oraya gidince ne yapacağız peki?"

"Normal, misafir gibi davranın. Şuanlık sizden bir şey istemiyorum. Zaten gelecekte bol bol beraber olucaz." Azazel, son cümleyi kısık sesle söylemişti. Ancak diğer ikisi bunu duydular. Yolculuğun geri kalanı ise sessiz geçti.

Konuşmadan yarım saat sonra şatoya varmışlardı. Şato, oldukça büyük ve eskiydi. Sarmaşıklar her tarafı kaplamıştı. Büyük bir bahçesi vardı ancak canlı değildi. Eğer burada birisinin yaşadığını bilmeselerdi terk edilmiş sayarlardı.

At arabası büyükçe siyah demir bir kapıdan geçtikten sonra durmuştu. Vanitas, şatonun kapısında morlar içinde bir kız görmüştü. Kızın hemen yanında bir kadın ve yaşlı bir adam daha vardı. İkisinde üzerinde kahya olduğunu belli eden kıyafetler vardı. Yaşlı adam, arabaya doğru ilerledi ve arabanın kapısı açtı. "Hwang ailesinin şatosuna hoşgeldiniz. Hanımefendi." diyerek elini Vanitas'a doğru uzattı ve arabadan inmesine yardım etti. Ardından Felix ve Azazel'de indi. Yaşlı kahya, onlar indikten sonra eşyaları alırken Vanitas'ın gördüğü morlar içindeki genç kız onlara doğru yürüdü. "Merhaba. Hwang şatosuna tekrardan hoşgeldiniz. Ben Hekate Hwang. Lütfen, içeri geçelim, daha fazla beklemeyin." diyerek misafirlerini içeriye aldı. Şatonun uzun kolidorundan geçtiler, merdivenler çıktılar ve sonunda bir salona geldiler. Salon, koyu renkler ve ahşap desenleriyle doluydu. Duvardaki tablolar kasvetliydi, yerde lacivert rengin dolu olduğu ipekten yapılma bir Türk kilimi vardı. Salonun bir duvarında kocaman bir şömine ve hemen yanında kadife yeşil renkli koltuklar bulunuyordu. Vanitas ve Felix, beğenmiş bir edayla, hayretle salona bakıyordu. Cansız gözüken bahçenin, içerisiyle muhteşem bir tezatlığı vardı. Azazel ise hiçbir duygu belirtmiyordu. Sadece gülümsüyordu.

Belief | HyunchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin