Beklemek... Neyi beklediğini bilmeden... İnançsız
birinin Tanrı'ya dua etmesi gibi. Kalbini söküp kalbine gömmek gibi. Bir mezarlıkta tek senin nefes alman gibi. İmkansız gibi tezat. Nefes almak ama bir gün biteceğini bilmek gibi. Bir mezarın başında oturup giden ruha ya da çürüyecek bedene değil, kendine ağlamak gibi. Tanımadığın bir adamı uğurlarken dua okumak gibi. Sonsuz bir sınırlı gibi. Güven duygusunu yitirmiş birinin, hissederken hissizliğe güvenmesi gibi. Hayal dünyasında yaşayan bir çocuğun, gerçek dünyayı en iyi bilen olması gibi. Oynatma listesinde gelen şarkıyı bilmediğini sanman gibi.Kütüphaneye geldiğim de Emin Bey her zaman ki gibi masasında oturuyordu. "Günaydın Emin Bey." dedikten sonra cevap beklemeden sol taraftaki masama yöneldim.
Emin Bey dosyalardan kafasını kaldırıp "Günaydın Verda." dedi. "Bugün küçük bir işim var. Birazdan çıkacağım. Buralar sana emanet?" Onu onayladıktan sonra yeni gelen kitapları kaydetmeye başladım.
Emin Bey çalıştığım kütüphanenin sahibi ve müdürüydü. İşin de başarılı, anlayışlı ve iyi bir adamdı. Bir yıldır bu kütüphanede çalıştığım halde pek tanıdığımı söyleyemezdim. Çalışma mekanımızdan dolayı çok fazla diyolog kurmamıştık ama şu zamana kadar da bir yanlışını görmemiştim.
Kütüphaneye yeni birçok kitap gelmişti ve hepsini kayıt altına almam gerekiyordu. Ama çok yorgundum. Dün gece üniversiteyi beraber, aynı evde okuduğum Melodi'nin kuzeni Ferruh'un -aynı zamanda iki senedir ev arkadaşım- astımı tutmuştu. Nerdeyse tüm gece onunla ilgilenmiştik.
Hiç uyuyamamıştım, gözüme giren bir gram uyku da Ferruh'un öksürükleriyle yarı da kalıyordu. Kâbustan da öte bir gece geçirmiştim ve bilgisayar benim uykusuz gözlerime hiç de iyi gelmiyordu.
Birkaç kitabı kaydettikten sonra daha fazla bilgisayara bakamayacağımı anlayıp bıraktım. Emin Bey gideli hiç müşteri gelmemişti.
Yorgundum ama yorgunluktan daha çok mutsuzdum. Mutlu olmak bu kadar mı zordu? Sadece bir tebessüm, yüzündeki ifadenin değişmesi bu kadar mı zordu? Dudaklarının yukarı kıvrılması, içinde huzurlu bir mutluluk hissetmek bu kadar mı zordu?
Düşünmekten aklımı yiyecektim! Neden böyle hissediyordum, bilmiyordum bile. Ama yine bir şeylerden dolayı umutsuzdum. Üzülüyordum. Peki, niye?
Yıllar önce ölen annemin arkasından ağlamadığım için mi? Babam annem öldükten hemen sonra evlenmeye karar verdiğinde tepki vermeyip sadece sustuğum için mi böyleydim? Neye umudum yoktu, peki?
Yaşamaya mı yoksa mutlu olmaya mı? Karar bile veremiyordum. Hep bir çelişki içine giriyor çözemeden çıkıyordum o ruh halimden.
Bıkmıştım. Her şeyden. Babamın 'Diğer günler gelmeyi bırak, bayramları bile gelmiyorsun. Gelmeyi bırak aramıyorsun bile. Yakında Verda diye bir kızım olduğunu unutacağım.' demesinden. Ablamın beni her aradığında eniştemle kavgalarını anlatmasından...
Ben annemin öldüğü gün annemle beraber, taşıdığım hislerimin cesedini de gömdüm. Şimdi tek istediğim hislerime kavuşmaktı. Anneme kavuşmaktı.
Annem öldüğünde on yedi yaşındaydım. Ablam benden iki yaş büyüktü. Ablam, annem öldüğünde liseyi bitirmiş, üniversiteyi kazanamadığı için dershaneye gidiyordu. Eşi Yalkın ile dershaneden tanışıyorlardı. Babam evlendikten sonra babamın eşi olan Ömür'ü görmeye tahammül edemiyordu.
Üniversite sınavına girdik. Ablam iyi bir puan alamadı. Ben Ege Üniversitesine yerleştim. Ablamın eşi Yalkın'da Ankara da bir üniversite kazandı. Ablam Ankara'ya gidip Yalkın ile evlendi ve Ankara'da yaşamaya başladı. Babamla bir süre konuşmasalarda sonradan eski hallerine döndüler.
Babamsa bize hiçbir zaman Ömür ile nasıl, nerede tanıştıklarını söylemedi. Annem öldükten bir ay sonra babam, Ömür ile evlendi.
Ablam anneme çok düşkündü. Düğünlerine katılmamıştık. Ben zaten o zaman sadece o evden ve o evdekilerden kurtulmak istiyordum. On sekiz yaşına gelince özgür olacağımı sanıyordum. Kendimden başka kimseyi önemsemiyordum.
Annem hep korumacıydı, bu yüzden hep bir kısıtlama altındaydım. O zaman da sıkılıyordum ama şimdikinden farklıydı. Şimdi kendimi bir nebze olsun anlıyorum. Ama eskiden kendime haksızlık yapıyordum. Sorumlu olduğum yanlışlardan bile başkalarını sorumlu tutarak kendime, kendimi tanıtmama engel oluyordum.
O zaman özgürlüğün kimseye bir hesap vermeden yaşamak olduğunu sanıyordum. Şimdi öğrendim ki özgürlük, gönül ferahlıymış.
Kitaplara ilkokuldan beri aşıktım. Kitapları okudukça insanlar hakkında daha fazla bilgi alıyordum. Ama nedense o insan kitlesine bir türlü kendimi koyamıyordum.
Ben masum bir çocuktum. Tâ ki o güne kadar... Sonra insanlara güvenim hiç oldu. İnsanlar hiç de göründüğü gibi değildi. Ben o günden sonra kimsenin masum olmadığını anladım ve kendimi masumlaştırmaya çalıştım. O günden sonra o masum ve mutlu çocuk gitmiş, mahsun küçük bir kız çocuğu rolünü almıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YANARDAĞ
Novela JuvenilYanardağı uyumuş sandılar. Oysa yanardağın içi hep aynı sıcaklıkla aynı nedenden dolayı yanıyordu. Ama kimse görmüyordu. Biri o dağa tırmandı, o yanardağın yandığını gördü. Yanardağı uyuttu. Yanardağın yangınını söndürdü. Yanardağı güneşin sıcaklığı...