2. BÖLÜM: GÜL'ÜŞ ÖLÜMÜ

19 5 0
                                    

Emin Bey gideli bir saat olmuştu. Birkaç öğrenci dışında gelen-giden olmamıştı. Kitapları sisteme kaydetmeye devam ederken yeni bir müşteri içeri girdi. Girdiği gibi de Dünya Edebiyatı Klasik Roman kitaplarının olduğu rafa yöneldi ve kitaplıkların arasında kayboldu.

Kitapların arasından bir anda çıkıp bana döndü. Sanırım aradığı kitabı bulamamıştı.

"Charles Dicknes, Büyük Umutlar yok mu?" diye sordu. Uzun boylu bir adamdı. Büyük ve açık kahve gözleri, yüzünde en dikkat çekici yerdi. Kumral, kısa saçları büyük gözlerini daha çok ortaya çıkartıyordu.

"Şurada olması gerekiyor." diyerek yeni gelen kitap kolilerinin yanına gittim.

Büyük Umutlar'ın elimizdeki son kitabını, dün bir lise ögrencisi almıştı. Bugün gelen kolilerde olması büyük şanstı.
Kitabı bulmam biraz zamanımı aldı ama sonunda buldum. Masama geri geldigimde önce kitabı kayıt altına aldım.

"Üyeliğiniz var mı?" dediğimde elini arka cebine attı. Ben masama oturururken o, "Var." diye cevap verdi. Arka cebinden aldığı toprak rengi cüzdanından kartını çıkarttı. Kartı aldıktan sonra işlemi yapmaya başladım. Adı, Sabri Yurtseven'di ve asla 'Sabri' tipi yoktu.

İşlemi bitirdiğimde kitabı bir poşete koyup kartla birlikte uzattım. "İyi okumalar, yine bekleriz."
"Teşekkürler, iyi günler." dedi. Kapıya doğru ilerleyerek kapıyıyı açtı. Geri çekilerek kapıyı kapattı ve bana döndü, "Emin Bey yok mu?" diye bir soru sordu. Buraya kesinlikle uzun zamandır geliyordu. Ama devamlı müşterileri genellikle tanıyordum. Ve ben bu adamı hayatımda ilk defa görüyordum.

"Yok. İşi varmış. Birkaç saat önce çıkmıştı."
"Peki, teşekkürler. Tekrardan iyi günler." dedi içten bir tebessümle. Ve çıkıp gitti.

🥀

Öğle olmuştu. İki müşteriyle ilgilenirken kapı açıldı ve Emin Bey içeri girdi. Sessizce yanıma geldiğinde müşteriler kütüphaneden ayrılıyordu.

"Bir sorun çıktı mı?" dedi sorgularca. Hayır anlamında hafifçe başımı sağ-sola salladım.

Çalışmaya devam ettim. Emin Bey öğle olduğu için yemeğe çıkabileceğimi söylemişti. Bir elime ceketimi diger elimi çantamı alarak kütüphaneden çıktım. Kütüphanenin yakınlarına yeni bir restaurant açılmıştı ve giden herkes tarafindan fazlasıyla övülüyordu. Oraya doğru yürürken kulaklığımı taktım.

Hızlı adımlar atmıyordum. Aksine ayaklarım hava da süzülerek yeri buluyordu. Aheste adımlarım, beynimin düşünceleriyle büyük tezatlık içindeydi. Adımlarımın uyumluluğuna karşın düşüncelerim uyumsuzdu. Adımlarım hızlı değildi ama yorgundum. Düşüncelerim hızlıydı ve yorgunluğum fizikselden fazlasıydı.

Ne düşünceğimi bilmedigim zamanlar o kadar çoktular ki... bazen bitmek bilmeyen şeyler olduğunu düşünürdüm. Bunu bile düşünürdüm. Çünkü düşünmek sonsuzdu.

Beynime bir serum takılı, düşünceler bu serumdan beynime aktarmalı.

Aheste adımlarım restaurantın içine girmiş ve zar zor bulduğum boş bir masaya doğru ilerliyordu. Masaya oturduğumda aheste adımlarım durmuş, beynimin içinde ki tezatlık devam ediyordu.

Siparişimi beklerken restaurantın camından dışarıyı seyrediyordum. Fazlasıyla kalabalık olan restaurant, birbirinden uzak masalarla ferahlatılmıştı.

Hava serindi. Güneş tepede tüm ışığıyla parlıyordu ama tüm ısısını vermiyordu. Ne kadar güzel ışınları vardı öyle. Kim bilir neler yaşamıştı da böyle soğumuştu? Ama ne olursa olsun parlıyordu. Orada, hep en tepede, zirvede parlıyordu. Hem de tüm albenisiyle...

Garson siparişimi getirip masaya bıraktığında kafamı ona çevirdim. Bana bakarak "Başka bir isteğiniz var mı hanımefendi?" dedi.
"Hayır, teşekkürler." diye cevapladığımda yanımdan ayrıldı.

Yemeğimi yerken bir sandalyenin yere düşme sesiyle sol tarafımda büyük bir hareketlilik oluştu. Çatık kaşlarla o tarafa döndüğümde bir kadın boğazını tutarak öksürmeye çalışıyordu. Hızlıca kalkıp kadına doğru büyük adımlarla yürüdüm.

Kadının yanına geldiğimde, kadının sırtını göğsüme bastırıp ellerimi kadının göğüs kafesinin altında birleştirdim. Soğukkanlılıkla sakin olmasını fısıldarken bir yandan da kadının, sarıya yakın kumral saçlarını yüzünden çektim. Yumruk olan elimi çevirerek yemeğin çıkmasını sağladım. Bir adam, o adam, kütüphanedeki adam, Büyük Umutlar'ı alan adam; elinde bir bardak suyu bana doğru uzatıyordu. Önce benim için olduğunu sandım. Sonra hâlâ kollarımda tuttuğum kadın aklıma gelince, başımı 'teşekkürler' manasında eğerek bardağı aldım. Kadına döndüğümde hâlâ ölüm korkusunun etkisinden çıkamamıştı. Suyu dudaklarına yaklaştırdım. Büyük bir yudum aldı. Sanki yaşadığına inanamıyormuş gibi...

Bardağı kadının dudaklarımdan uzaklaştırdım. Toprak rengi ruj izi çıkan bardağı bana yakın olan masaya bıraktım. Kütüphanedeki adam, Sabri bardağı alıp başka masaya bıraktı. Kollarımı kadının bedeninden uzaklaştırdım.

Kadın bana döndü. Dolu gözleri, minnetle gözlerime bakıyordu. Dudaklarını aynı minnet dolu ifadeyle yukarı kıvırdı. "Teşekkür ederim. Ne desem az olacak. Siz olmasaydınız gülüşüm ölümüm olacaktı." Hafifçe çarpık bir tebessüm edip başımı sallamakla yetindim. Bugün ekstra bir konuşmama isteği vardı üzerimde.

Kargaşa ortamı dağılırken ben de uzaklaştım. Oturduğum masaya döndüm. Kalkmamın etkisiyle fark etmeden düşen sandalyeyi kaldırdım. Sandalyeye otururken de oturduktan sonra da aklımda olan tek şey: "Siz olmasaydınız gülüşüm ölümüm olacaktı." oldu.

YANARDAĞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin