daha gözlerimi bile açmadan başıma saplanan ağrı sesli bir şekilde inlememe sebep oldu. yatakta kıvranıp kollarımla başımı hapsettiğimde midem de yanmaya başlamıştı. dün ne halt etmiştim ben? ne kadar içmiştim? sızlanarak ve kendime söverek yatakta dönerken ismimi işittim.
"sanemi, iyi misin?" hareket etmeyi kestim. sesin sahibi çok tanıdıktı ama buna rağmen bir türlü kafamda anlamlandıramamıştım durumu. kollarımı yüzümden çekip aniden doğruldum. gözlerim odadaki giyu'da durdu bir süre. başıma feci bir ağrı saplanana dek şaşkın gözlerle baktım yüzüne.
"ah." göz kontağımızı kesen şey baş ağrım oldu. sızlanarak başımı tuttum ve acıyla kıvrandım.
"aptal." dediğini duydum giyu'nun. "içmeseydin, aptal." odayı biraz toparlayıp başka bir şey söylemeden çıktı. ben de güç bela ayağa kalkıp başımı tutarak peşinden gittim. mutfağa girdiğimde güzel bir kahvaltının hazırlanmış olduğunu gördüm. "kahvaltını yap da ağrı kesici vereyim sana."
masaya yavaşça oturup bir süre sessizce baktım hazırladığı şeylere. "dün... yanlış bir şey yapmadım değil mi?" dedim alçak bir sesle.
elleriyle sıktığı portakal suyunu önüme bırakıp tam karşımdaki sandalyeye oturdu. "dün tamamen saçmaladın." tek gözümü kıstım. "geri zekalı." diye mırıldanıp kahvaltı yapmaya koyuldu. ben de zoraki bir şekilde birkaç şey attım ağzıma.
kahvaltıdan sonra masayı aynı sessizlikle toparladı. ona yardım etmeye kalktığımda ise düz bir ifade ile odaya geçmemi söyledi. dediğini yaptım. çünkü mahcup hissediyordum. düne dair hiçbir şey yoktu kafamda. onu arayıp rahatsız mı etmiştim? nasıl olmuştu de beni almaya gelmişti?
koltukta düşüncelere dalmış biçimde otururken elindeki su bardağı ve ağrı kesiciyle yanıma geldi.
"kokusu ve tadı berbat. ağzında bekletmeden yut." dediği gibi kokusu berbattı. yüzümü buruşturarak bir bardak suyu içtim hapın üzerine. sonra da tekli koltuğa oturan bedene diktim gözlerimi. onun gözleri de bendeydi ve ciddi görünüyordu.
"düne dair ne hatırlıyorsun?" dedi ilk olarak.
"pek bir şey değil. yalnız başıma içtiğimi ve sarhoş olduğumun farkına varsam da içmeyi bırakmayışımı..." tek gözümü kısıp ona baktım. "seni mi aradım? taciz ettim değil mi..? çok üzgünüm cidden."
derin bir nefes alıp geri bıraktı. ayağa kalkıp da yanıma geldiğinde gerilip koltukta biraz yana kaydım. ama yanıma oturmak yerine önüme çöktü. elimdeki bardağı ve hap kutusunu alıp yere bıraktı. ellerimi tuttuğunda ben de nefesimi tuttum. dün ne olduğunu bilmeyi deli gibi istiyordum şu an.
"sanemi," dedi usulca. "nasıl bittiğini hatırlıyor musun? o zaman da sarhoştun, o zamanı da hatırlamıyor olabilirsin. yine de soracağım, ayrılmamıza neyin sebep olduğunu hatırlıyor musun?"
yutkundum. "tek hatırladığım normal kavgalarımızdan farklı oluşuydu. ilk defa... ilk defa, bağıran tek kişi ben değildim. sen de sesini yükseltmiştin ama söylediğin hiçbir şeyi hatırlayamıyorum. o anı hatırlamaya çalıştığımda kalbimin üzerine büyük bir yük biniyor yalnızca. hepsi bu..."
alt dudağını dişleri arasına aldığında hızla elimi ona uzattım ve dudağını dişlerinden kurtardım. "hey," dedim. "yapma." gözleri dolu doluydu. soğuk ve ifadesiz suratı orada yoktu şu an.
"bana ne dedin biliyor musun?" dedi ağlamaklı bir sesle. "sabito ölmüş olmasaydı yüzüme bile bakmazdın, dedin." artık ağlıyordu. nefesim kesildi. "sırf o öldü diye benimlesin, dedin. onun boşluğunu seninle doldurduğumu söyledin ba-na." hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığında nefes alış-verişlerim hızlandı. vücudum tir tir titriyor ve gözlerim yanıyordu. koltuktan inip yere oturdum ve onun yanına çöktükten sonra da sıkıca sarıldım bedenine. dehşetle karşıya, duvara bakıyordum. ona verdiğim zararın haddi hesabı yoktu belli ki. gerçekten bunlar çıkmış mıydı ağzımdan? "böyle düşünmene sebep olduğum için çok üzgünüm nemi." ağlayışı giderek şiddetleniyordu. "özür dilerim, çok özür dilerim. özür dilerim özür dilerim özür dilerim-"
bedenini kendimden ayırıp elimle kapadım ağzını. irice açtığım gözlerimle gözlerine baktım. elimi tutup indirdi ve bağıra bağıra ağlamaya kaldığı yerden devam etti. göğsüme saklanıp da yükünü bana verdiğinde geriye doğru düştüm. üzerimde o varken şoktan henüz çıkamadığım için tavana bakakaldım. bir elimi saçlarına daldırıp diğerini sırtına koyduktan sonra ise gözlerimi yumdum. kalbim titriyor, ağlamam için bana yalvarıyordu ama ben her zamanki gibi direniyordum.
"o varken de..." kalbimin sesini bir an için susturup giyu'ya kulak verdim. "sabito varken de sana aitti kalbim, o yokken de sana ait." iç çekişlerini durdurmaya çalıştığı belliydi ama konuşmaya devam etti. "en az benim kadar sen de onu seviyordun ama benim yüzümden sabito'nun yasını tutamadın bile." sonlara doğru sesi yine kısılmış ve ağlamaya başlamıştı. anlatmak, söylemek istediği çok şey vardı fakat ağlayışları hepsini anlatmasına izin vermiyordu.
yavaşça göğsümden kalktı, ellerini iki yanıma koyup üzerimde durdu. birkaç damla gözyaşı yüzüme düşerek beni ürküttü. üzerimdeki şoku hâlâ atabilmiş değildim. şaşkın şaşkın suratına bakıyordum.
"yalvarırım ağla. o gittiğinden beri bir kez olsun onun için ağlamadın, yalvarıyorum sana ağla sanemi."
görüntüsü yavaşça bulanıklaştı. gözlerimin dolduğunu böyle anlayabildim. gözyaşlarım şakağımdan bir yol çizerek beni terk etmeye başladı. ilk kez onu düşünüyorken ağlıyordum gerçekten.
sabito'ydu beni giyu ile tanıştıran kişi. ilkokul arkadaşımdı. aynı mahallede büyümüş, sonra aynı ortaokula gitmiştik. giyu, o ve ben ortaokul zamanlarımızda gerçek anlamda mutluyduk. hatırladığım mutlu anılarımın hepsi o zaman dilimine aitti. çünkü sabito gittiğinde giyu da ben de bir şeylerimizi kaybetmiş, sabito ile birlikte mezara gömmüştük.
o zaman kendime çocukça bir söz vermiştim ve giyu'yu kendine getireceğime dair sözler vermiştim. başarmıştım da, giyu'nun acısını dindirmiştim. ama sonradan giyu'nun acısını dindiremediğimi, onun acısını olduğu gibi kendi üzerime aldığımı fark etmiştim. kendi acımı bile yaşayamadan acımın üzerine acı eklemek karakterimi, davranışlarımı değiştirmişti. ve giyu da normal olarak sebebini dahi bilmediği öfkeli halime uyum sağlayamamıştı.
halbuki ben de her insan gibi duygularımı yaşamalıydım. güçlü olmak zorunda değildim. sabito gibi güçlü ve yıkılmaz olmayı istemiştim. çünkü giyu sabito'nun bu özelliğine hayrandı. ben, onun sabitosu olmak istemiştim. kaybettiğim arkadaşımın yerini alçakça almak istemiştim.
"aaaaaaah," aldığım nefes bana yetmemeye başladığında gözlerimi yumup elimle kalbime vurdum. acı, tarif edemeyeceğim biçimde arttığında giyu beni yerden kaldırdı ve sıkıca sarıldı. "nefes alamıyorum, nefes alamıyorum..."
göğsümün acısından bayılmak üzereyken giyu'yu duydum. "ben seni, sen olduğun için sevdim. daima da seveceğim. sabito'nun yerini doldurmana gerek yoktu ve olmayacak 'nemi. lütfen bunu bil, lütfen..."
adeta can havliyle tutundum ona. "çok özür dilerim, her şey için çok özür dilerim." bilincim gitmek üzereyken giyu dışında birinin de bana sarıldığını hissettim. ve yüreğimdeki o ağırlık yavaşça yok oldu. giyu'nun kollarında acıdan bayılmadan önce gözlerimin önüne üçümüze ait bir anı geldi.
sabito ortamızda oturmaktaydı. üçümüz de sessiz bir şekilde karşıyı izliyorduk. aniden serçe parmaklarını kaldırıp bize uzatmıştı. gözleri kucağındaydı. giyu ile birbirimize baktıktan sonra sabito'ya, hemen sonra da eline bakmıştık. ne yaptığını anlamış değildik.
"sonsuza kadar arkadaşız, değil mi?"
giyu gülüp onun serçe parmağını tutmuş: "nereden çıktı bilmiyorum ama elbette öyleyiz." demişti.
"bu ne romantiklik lan?" durumu alaya alarak ben de tutmuştum serçe parmağımla serçe parmağını.
"ölene kadar ve hatta öldükten sonra bile." giyu da ben de yüzümüzdeki gülümsemeyle başımızı salladık.
hızla ayağa kalkıp ellerini birleştirmişti bunun üzerine. "o zaman bana şu çok istediğim oyunu alsanız? arkadaş dediğin insanı başka hangi günlerde tanıyacaksın sonuçta değil mi? lütfen lan."
giyu kahkaha atarak onun çıkarcılığından yakındı. ben de gözlerimi devirip istemsizce güldüm. dalgaya almış olsak da biliyordu bir sonraki doğum gününde ona ne alacağımızı. o oyunu alacaktık.
fakat biz, aldığımız o bilgisayar oyununu sabito'ya veremeden sabito aramızdan ayrıldı.