mitsuri
sanemi-chansanemi
ne varmitsuri
hiç sesin çıkmıyor daaa
tomioka-san ile her şey yolunda mı?sanemi
evet
ödevi yapıyoruz işteshinobu
kavga etmişlersanemi
nereden anladın?shinobu
sakinsin.
eskiden de böyle giyu ile kavga ettikten sonra pişman olur sessizleşirdin.
yine ne oldu?sanemi
ben akıllanmaz uslanmaz bir orospu çocuğuyum
gerçekten o kadar nefret ediyorum ki kendimdengyomei
düzgünce anlat.
yardımcı olabiliriz belki.sanemi
ödev yapmak için okulun kafesinde buluştuk giyu ile
sonra ben bir ara tuvalete gittim döndüğümde bir tane çocuk buna takılıyordu
uzaktan görseniz taciz ediyor diye düşünürdünüz siz de, emin olun
sormadan etmeden çocuğu ittirdim falan işte kimi rahatsız ediyorsun lan sen diye çıkıştım
çocuk da bana diklenince yumruk attım ona
yumruğumun önüne giyu atladı ona denk geldi ona odaklanmışken de dikkatim dağıldı çocuk bana vurdu.
böyle olunca ben giyu'yu unutup çocuğu bayağı bir dövdüm
geçen de ondan özür dileyecektim
elime yüzüme bulaştırdım
beni bir daha görmek istemediğini söyledi
çok
ağır şeyler söyledimitsuri
yaaa sanemi-chan ☹
üzülme bu kadarshinobu
git adam gibi özür dile çocuktangyomei
evet, özür dilemelisin.
her şey yoluna girmez belki ama büyük oranda çözülür sorunlarınız.mitsuri
evet!
güzelce özür dile tomioka-san'dan!sanemi
denerim
sağ olunmitsuri
hiç sevmiyorum seni böyle görmeyi :(⎯
"slayttan şu kısmı çıkaralım mı?" başını ilgilendiği kitaptan kaldırıp gözlerini bilgisayar ekranına dikti. gözlüklerini düzelttikten sonra gösterdiğim kısmı inceledi. çok güzeldi.
"evet, akışı bozuyor. çıkaralım." gerisin geri elindeki kitaba döndü. sırf grup arkadaşı olduğum için yanımdaydı şu an. hiçbir şey ifade etmiyordum gerçekten de onun için.
"şu cümleyi yazar mısın oraya?" sildiğim kısmı dudaklarından çıkanlarla doldururken klavyedeki parmaklarım yavaşladı ve en sonunda durdu. o da durmuştu bunu fark ettiğinde. "ne oldu? kaçırdın mı?" bilgisayara yaklaştı ve kaldığım yerden okumaya başladı.
"özür dilerim." sustu. gözlerindeki şaşkınlığı görebiliyordum.
"sorun değil, tekrar ediyorum. yaz hadi." gözlerini kitaba indirdi yeniden.
"giyu." bu sefer gözlerini yumdu ve durdu sadece. elbette anlamıştı ilk seferde. aptal değildi ki. neden özür dilediğimi anlamıştı. "özür dilerim giyu." sessizliğini korudu. herhangi bir şey söylemedi. ben de öyle yaptım. az önce iki kez tekrar ettiği ve benim de aklımda kalan cümleyi acelesizce tamamlayıp yeni bir slayt sayfası oluşturdum. arkama yaslandıktan sonra da sessizce kitap sayfalarını çevirişini izlemeye başladım. bilgisayarı kendisine çekip okuduğu şeyleri harmanlayarak yazmaya başladığında da gözlerimi üzerinden çekmedim. dünya üzerindeki en güzel insan evladıydı, buna yemin edebilirim.
slaytın büyük bir çoğunluğunu beni dahil etmeden bitirdiğinde omuzlarını çevirip kollarını esnetti. ardından bir şey söylemeden ayağa kalktı ve tezgahın önünde durdu.
dizlerimden birini oturduğum koltuğa alıp kolumu üzerine koydum. irislerim onu ve hareketlerini takip ediyordu.
yüzündeki donuk ifade ile baristaya bir şeyler söyledi, siparişini verip tezgahın sonunda beklemeye başladı. soğuk bir kişiliği vardı. daha doğrusu, sonradan böyle olmuştu. ortaokuldayken hiçbir şey böyle değildi. sabito gidene dek...
alnımı dizimin üzerindeki koluma koyup gözlerimi yumdum. geçmişe gitmekten nefret ediyordum. geçmişte yaşamaya devam etmek istemiyordum. ama geçmiş, yakamı hiçbir zaman bırakmıyordu.
koluma dokunulmasıyla kaldırdım başımı. giyu elindeki kahvelerden birini önüme bırakırken yüzüme bakıyordu dikkatlice. "iyisin, değil mi?"
derin, gerçekten uzun bir nefes aldım. aldığım nefeslerin hiçbiri yetmese de bana, böyle rahatlamaya çalışıyordum.
"hm hm." aldığı acı kahveyi ağır ağır içerken slaytı nasıl yaptığına baktım. birkaç yazım hatası yakalayıp düzelttim. "raporu da ben hazırlarım." dedim slaytı kaydedip kapattıktan sonra.
"tamam ama son ana bırakma, nasıl hazırladığını görmem lazım. iyi hazırlayamazsan ben el atacağım çünkü."
"tamam."
"gerçekten iyi misin sen?" ona döndüğümde devam etti. "söylediğim hiçbir şeyi bu kadar sakin kabul etmezsin sen. bir şey mi oldu?" beni nasıl hatırladığını duyduğumda canım yandı. beni güzel hatırlamıyordu. muhtemelen bize ait tek bir güzel anıya sahip değildi. hepsi de benim suçumdu.
"giyu, bitirelim mi?" bilgisayarımı çantama koyarken ayağa kalkmıştım bile. "raporu eve gittiğimde tamamlamaya çalışırım. sana da atarım onaylaman için. beğenmediğin durumda değiştirirsin." aceleyle eşyalarımı toparlarken giyu ayağa kalkıp ellerimi tuttu. teni tenime değdiği an tuttuğu kısım alev almıştı.
"hey, neler oluyor?" endişelendiği, gözlerinden belliydi. "bir şey olmuş. kötü bir haber mi aldın? sorun ne? genya'ya mı bir şey oldu? kanroji-san mı? ya da... iguro-san falan... sanemi, neler olduğunu söylemen gerekiyor aklımın sende kalmaması için." ve, benim için değildi bu endişesi.
dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. zoraki bir tebessümle baktım yüzüne. kanım öyle kaynıyordu ki, patlamamak için çok büyük bir mücadele veriyordum. biraz daha orada kalırsam ağlayacağım biliyordum. "iyiler." dedim. "hepsi iyi. selamını iletirim." ve bir kez daha beni durduramadan uzaklaştım masadan.
kafeden çıkar çıkmaz yüzüme çarpan rüzgar nefesimi kesti. ve kesilen nefesimle birlikte gözlerim doldu. "hay sikeyim," dedim kolumla gözlerimi silerken. "rüzgarı sikeyim. toz doldurdu hep gözüme ibne..."
otobüs durağına yürürken tutmaya çalıştığım gözyaşlarım iznimi dahi almadan ayrıldılar yuvalarından. hızlı adımlarım giderek yavaşladı ve nihayet durdu. yüzümü buruşturup tek elimle kapadım gözlerimi. "hay..." yüzümü sıvazlayıp öfkeyle kuruladım gözlerimi. sessiz ağlayışıma bir de iç çekişler eklenince dönüp dönüp bana bakan insanları umursamadım dahi. kaldırımın kenarına geçip durdum. derin bir nefes alıp göğe diktim gözlerimi. "ucubenin tekiyim. gerçekten tam bir eziğim."