Medyada harita var. İnceleyebilirsiniz.
Pazarcı kadın elimdeki fileye, sadece ezilmiş kabakları doldurmasın diye fileyi onunla yarışarak dolduruyordum. Yağmur üzerimizdeki tenteye ufak ufak çiselemeye başlarken sıkıntıyla iç çektim. Batı'ya geldim geleli sürekli yağmur yağıyordu. Günler neredeyse az yağmurlu ve çok yağmurlu olarak ikiye ayrılmıştı. Bir anlık bu boşluğumu yakalayan pazarcı kadın aman vermedi ve son çürük kabakları da bana kakaladı.
Pazarcı kadınla savaşacak gücüm yoktu. Hasta olmasına rağmen sürekli peşimde dolanan Hesper'in o hayranı olduğu üstü olmaya da takatim yoktu bugün. Zaten yaralarına rağmen apar topar Kalira'ya sürülmüştü. Doğru düzgün iyileşecek vakti olmamıştı. Bugün benimle sivil devriyeye gelmek yerine evinde kalıp dinlenmesi için yine onu tehdit etmem gerekmişti.
Kalira ne çaylakken hayal ettiğimiz gibiydi ne de yola çıkmadan önce bize anlatıldığı gibi. Güney ve Başkent, torpillilerin ve elitlerin yeriydi aslında. Doğu ise savaş aşkıyla yanıp tutuşan askerlerin. Kuzeyliler ketum olduklarından hep memleketlerine dönmeye çalışırlardı. Batı'ysa...Batı'ydı. Sürgün yiyen şımarık alt seviye soylu çocuklarının, emekliliği dolanların, disiplin cezası alanların kısacası ordudaki çerin çöpün sürüldüğü yerdi. Bu sadece etrafımdaki askerleri sıkıntılı yapmıyordu, aynı zamanda üstünde üniformayla girdiğin meyhanede bolca iğrenen surat ifadesi ve içeceğine kibarca tükürülmesi gibi minik sürprizlere de sebep oluyordu.
Mezun olur olmaz elit birlikle Başkent'te kaldığım için Başkent'te asker olmanın ne kadar erişilmesi zor bir şey olduğunu hiç anlayamamışım meğer. Bunun ne kadar hasete ve kıskançlığa sebep olabileceğini sadece hayal edebilirmişim. En iyi ihtimalle aileden doğma torpilli sanılıyordum ki bunun yanından bile geçemezdim.
Geldiğim ilk ay disiplinli ve çalışkan olursam eninde sonunda beni aralarına kabul ederler diye düşünmüştüm burada. Ama Batı çalışkan olmak için çok yanlış bir yerdi. Kalira soyluları, açık açık suç işleyip tolere edilmeye o kadar alışkındı ki, siyasetin ince ip üzerinde dans etmeye benzediği Başkent'e alışık olan kendim için bile rahatsız edici ve iç tırmalayıcıydı.
Şu an pazarın içindeyken etrafımdaki bakışlardan üzerimdeki etiketi anlıyordum artık. Batılılara benzemiyordum ve şu an üzerimde üniforma yoktu. Muhtemelen tüccarlarla gelen, kolay lokma olarak gördükleri, kolay para yolunabilecek bir kadındım.
Kalira halihazırda çok turist çeken bir yer asla olmamıştı. Ne görsel bir çekiciliği vardı ne yer altı kaynakları zengindi ne de işlek limanları vardı. Bu yüzden ticari amaçla bile gelen biri buradaki insanlar için nadir ve ilgi çekici bir değişiklikti. Sokakta yürürken kendini panayır göstericisi gibi hissetmemek elde değildi.
Kaldı ki bu kadar gözün arasında bir süredir etrafımda gezindiğini fark ettiğim bambaşka bir çift göz vardı. Bir derdinin olduğunu o kadar belli ediyordu ki napacağını merak etmeye başlamıştım. Çaktırmadan ne yapacağını bekliyordum. Hareketlerimi yavaşlatıp bana yetişmesine izin verdim. Küçük kızla aramızdaki tezgah sayısı yavaş yavaş azalıyordu. Sakince yaklaşmasına izin versem de muhtemelen çekindiğinden gelemiyordu. Ürkütmemek için daha tenha tezgahlarda oyalanırken en sonunda yanıma gelebildi. Görmezden gelmeye devam ederken sonunda parmaklarıyla çekingence hırkamı tuttu.
"Şee.. şey" mırıldanır gibi çıkan sesine aldırmadım. "Hanımefendi..." sesi fısıltıya yakındı. Ona vücudumla dönünce korkudan durduğu yerde iyice küçüldü. Zayıflıktan avurtları çökmüştü. Buna rağmen üstündeki kıyafetler kaliteli kumaştandı. Bu tezatlığı ufak ufak sorgularken küçük kız çekingen hallerini de aşamadan, fare fısıltısı sesiyle mırıldanmaya devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrıçanın Beşinci Çocuğu
FantasyZaman durdu alevler titreşmeyi rüzgâr uğuldamayı kesti ve ensesinde bir fısıltı duydu "İntikamın için beni çağırdın çocuk" Kız hafifçe kafasını kaldırıp yukarı bakmaya başladı ardından dışarıdan duyulmayacak şekilde usulca mırıldandı. Saklandığı yer...