rahatsızca yerimde kıpırdanıp omuzlarımdaki battaniyeye biraz daha sarıldım. dudaklarımın arasından kaçan öksürükle minho'nun bilgisayar ekranındaki bakışları bana döndü. "sana evde kalmanı söylemiştim. öksürüklerin durulmuyor. hastaneye gitmeyi de kabul etmiyorsun." yerinden kalkıp hızlı adımlarla önüme ulaştı ve diz çöktü. yüzü yüzümden aşağıda kaldığı için yerimde doğrulmak zorunda kalmıştım ona bakabilmek için. ellerini alnıma koydu ve orada bekletti bir süre. "yanıyorsun, bebeğim. izin ver de hastaneye gidelim."
"biliyorum," dedim kalan tüm enerjimi toplayıp göz kırparak. gülümseyip ayaklandı ve sırtımdaki battaniyeyi aldı. elinden battaniyeyi almak için uzansam da o kadar halsiz hissediyordum ki sırtımı tekrar koltukla buluşturmuş ve battaniyeden vazgeçip kollarımı bedenime dolamıştım. "çok soğuk," diyebildim yerimde iyice büzülürken.
eylülün başlarındaydık ve değişen hava şartları yüzünden hastalanmıştım. minho sabah işe gelmemem için oldukça fazla dil dökmüştü ama inat edip gelmiştim yine de. sabah o kadar kötü olmasam da şimdi ateşim çıkmış, iki adım atacak kadar bile hâlim kalmamıştı.
battaniyeyi kendi koltuğuna bıraktı ve arkadan hırkasını alıp sırtına geçirdi. bilgisayarını kapatıp telefon, anahtar gibi eşyalarını aldı. cebine yerleştirip az önceki yerine geri döndü, gözlerimin en derinine bakıyordu. "hadi, seni evine bırakayım. yapılacak pek bir şey yok zaten, işleri ben hallederim. sen dinlen güzelce ve ateşini düşürmeye bak."
kafamı sallayıp itiraz edecektim ki ayaklanıp bir elini bacaklarımın altına, diğer elini de sırtıma sabitleyip beni taşımaya başladı. kollarımı boynuna sardım yaptığı ani hareketle. bana gülümseyip kapıya yönelmişti ki bacaklarımı kolundan kurtarmak için hareketlendim. "böyle çıkamayız... hastaysam da o kadar değil." bacaklarımı bıraktı fakat belimdeki eli, sırtıma tırmanıp beni destekler şekilde durmaya devam ediyordu.
bu sefer kapıya uzanan ben olmuştum. "sana şirkettekilerin fikirlerini umursamaman gerektiği hakkında uzun uzun açıklama yapmam gerek galiba." açıp çıkarken kulağıma söylediği şey, tüylerimin ürpermesine sebebiyet verirken bunun o kadar da kötü bir şey olmadığını tahmin etmek zor değildi. minho, her ne kadar bu konuda bana içten içe kızsa da son kararı bana bırakıyordu. kendi kendimi düzeltebileceğimi düşünmesi beni gururlandırırken benden bir şey beklememesi gerektiğini ona açıklamam gerekiyordu. herhalde iki güne balkonun birinden atlardım.
"belin ağrımasın diye indim canım," dedim burnumu çekmeden saniyeler önce. cebinden çıkardığı mendili bana uzattıktan sonra önüne geldiğimiz asansörün düğmesine bastı ve beklemeye başladık. "annenler evde mi?" diye sordu ben burnumu temizlerken.
bugün derbi maçı vardı ve babam, tuttuğu takımın koyu bir taraftarı olduğundan arkadaşıyla izlemeye gitmişti. içmeden gelmezdi ve bu da babamın gece yarısı evde olması demekti. annem de evde tek durmadığı için arkadaşına gitmişti, sohbet edecek önemli meseleleri varmış. öyle demişti. "ikisi de evde değil sanırım. ne demek sevgilimi ailemle tanıştıramayacağım?" üzgün bir şekilde dudaklarımı büzdüğüm sırada asansörün kapıları açıldı. içeri adımlarken minho'nun kıkırtılarını işittim.
"kayınvalidem ve kayınbabamla görüşmek iyi olurdu ama bir dahaki sefere kaldı artık." onu onayladım ve aşağıya inene dek sessiz kaldık. bu sırada eli, sırtımda kalmaya devam edememiş tekrar belime inmişti. düşmemem için sıkıca kavramıştı ama ben ayakta duramayacak kadar kötü değildim. yine de sesimi çıkarmamıştım. ondan gelen dokunuşların beni rahatsız edeceği yoktu sonuçta.
zemin kata geldiğimizde asansörün kapıları aralandı. minho, elini belimden çekecekti ki onu durdurdum ve elini iyice belime sardım. bu saatten sonra olacaklar beni ilgilendirmiyordu, sevgilim yanımdaydı ve mutluyduk. diğerlerinin düşüncelerini istesem de umursayamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ice cream, minsung ✓
Fanfic"bana bak oğlum, hele bir daha omuz at bak seni nasıl dövüyorum. dondurmam düştü işte!" "hele bir zengin olayım sana dondurma fabrikası alacağım, yeter ki sus sen." ! pov by @stray.kings143 on ig