Ölüm ayırmaz, ölüm birleştirir.
Bizi ayıran şey hayattır.Heinrich Heine
Küçük bahçemizde yeni çiçek ekilmiş toprağı seyreden kardeşimi izliyordum. Burayı hatırlıyordum. İki üç senede bir taşınırdık gittiğimiz yerlerden. Annem işi sebebiyle bahaneler uydururdu. Yalan olduğunu ben de Liv de anlardık. Ama gerçeğin ürkütücülüğünden ya da bu kurduğumuz küçük aileyi sevdiğimizden mi bilinmez anlamamazlıktan gelirdik. Burası 8-10 yaşlarındayken yaşadığımız Georgia'nın küçük bir kasabasıydı. Sıcak ve sevimli bir evimiz vardı. O zamana kadar kaldığımız yerlerden farklı olarak annem dışarıda fazla vakit geçirmemize izin verirdi. Küçük bir bahçemiz vardı. Olivia'nın ısrarı üzerine Natalie bir sürü farklı çiçek türü getirip buraya ekmişti. Onları sihirle hemen büyütmesini istesek de komşuların dikkatini çekmememiz gerektiği için buna izin vermemişlerdi.
"Kendilerinin büyümelerini beklemeliyiz." demişti Natalie bizimle birlikte çimlere oturup taze ekilmiş tohumların toprağına bakarken.
"Ama bu çok sıkıcı! Hem belki o zamana kadar taşınırız ve göremeyiz?" Tek kaşımı kaldırıp blöf yapmıştım aklımca. Doğru da olabilirdi elbet. Ancak taşındığımız zamanlar herkes çok tedirgin olur bizim dışarıda çok dolanmamıza izin vermezlerdi ve aceleyle orayı terkederdik. Sanki peşimizdeki karanlık bizi enselemiş gibi...
"Hayır babam söz verdi. Bu sefer daha uzun kalacakmışız." dedi gülümseyerek Olivia Natalie'nin diğer tarafından çıkıp. Natalie ikimizi de kucaklayıp göğsüne bastırdı ve saçlarımıza öpücük kondurdu.
"Burayı çok mu sevdiniz?" diye sordu kıkırdayarak. Sesindeki endişeyi sezmiştim. Hala göğsündeydik kalp atışları da sanki biraz hızlanmıştı.
"Ne önemi var? Yine gideceğiz!" dedim açıkça. Liv homurdandı ve hayır dercesine kafasını iki yana salladı. Tam ağzını açıp babamın sözünden bahsedecekken,
"Nat! Nerdesin koruma tılsımları zayıflamış hava kararmadan halledelim şunu!" diye seslendi babam içeriden. Natalie bizi bırakıp içeri koştu. Liv yanıma yaklaştı ve elimi tuttu.
"Gitmeyiz değil mi?" diye sordu tereddütle. Gözleri hafiften dolmuştu. Burayı benden daha çok sevmişti. Okulda herkes onu sevmişti. Öyle ki kimse ona sataşmadığı için ben de kavga çıkarmıyordum. Derslerde istikrarlıydı. Komşuların çocuklarıyla bisikletle gezmeye bile çıkıyordu akşamüstü.
"Korkma gidersek seninle birlikte tekrar buraya kaçarız!" kulağından hafifçe uzaklaşıp fısıldadığım şeyi sindirmesini bekledim. Kahverengi gözlerini kocaman açmış hayretle bakakalmıştı.
"Ama o zaman onlardan uzak kalırız. Annemle babamı çok özleriz. Hem nasıl yaşayacağız? Ben daha çarpım tablosunu ezberleyemedim." diye çatık kaşlarla ekledi. Kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Bu anıyı unutmuştum. Küçük ben Liv'e bir sır verircesine etrafı önce gözetledi sonra ona tekrar döndü.
"Ben hallederim. Ben varken sana hiçbir şey olmaz!" dedim ve geri çekildim. Olivia önce beni inceledi ve sonra sıcacık gülümsedi.
"Ne oldu?" dedim merakla eğilerek.
"Bir gün ben de seni koruyacağım!" dedi ve kollarını açarak üstüme atladı.
"Hey! Boğuluyorum Livie! Ah hayır gıdıklama gel buraya!" Kahkaha sesleri azalırken bahçede birbirini kovalayan iki çocuğun silueti uzaklaştı. Gözlerimi açtığımda başımın ağrısından oflayarak bir süre bulanık olan tavanı seyrettim. En sonunda zorla da olsa kendimi yataktan kalkmaya ikna ettim. Bugün büyük gündü. Cenaze günü...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FEDA/BOYUT SAVAŞÇILARI
FantasyAnnem hep bu dünyaya iki kişi değil dört bacaklı bir yaratık getirdiğini söylerdi.Aynı anda doğup farklı zamanlarda ölmemiz oysa ne garipti.(Alıntıdır.) Belki de her şeyin bir çözümü yoktur. Belki bazen hayat gizemlerini koruyarak sonlanır derdi bab...