Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar.
Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir...
Lev Tolstoy
Tahterevallilerden nefret ederdim. Yükselmek için birinin alçalması gerekirdi çünkü. Adil ve saçma bir oyundu bu. Ya sadece yukarı çıkmak ve kontrolün bende olmasını istersem ne olacaktı? Keşke her şeyi kontrol edebilsem diye düşündüm. Keşke zamanda geriye gidip Olivia'yı koruyabilsem. Keşke babamın bizi terk etmesini engelleyebilsem. Ama ne yazık ki hayat böyle işlemiyordu. Ben böyle bir güce sahip değildim. Ya da sahip olan kimseyi tanımıyordum...
Komşumuzun evini yakıp yaşadığım yeri terk edeli yarım saat olmuştu. Benzin istasyonunda durmam gerekiyordu. Acıkmıştım. Stresten akşam yemeğinde hiçbir şey yiyememiştim. Bu yolculuk bir katil içindi. Ve yolum azaldıkça öfkem de korkum da artıyordu. Korkuyordum. Kendimi durduramamaktan ölesiye korkuyordum. Katil olmaktan korkuyordum. Kovaladığım şeye dönüşmekten korkuyordum. Gerçi daha başlar başlamaz bir suç işlemiştim. Kundakçılık...
Sonunda bir benzin istasyonu görünce rahatlayarak döndüm. Hızlı bir şekilde birkaç abur cubur ve bira alıp kasaya yönelecekken bir öksürük sesi ile durdum. Platin rengi epey yıpranmış saçlarıyla minyon bir kadın karşıma geçti.
''O elindekini sana öylece vermeyeceklerinin farkındasın değil mİ? Epey genç görünüyorsun!'' diyerek elimdeki biraları gösterdi. Sahte kimliğimi çıkarıp kısaca gösterdim.
''22 yaşında gözükmüyorsun Olivia!'' dedi. Afalladım.
''Bana neden öyle dedin?'' dedim. Oksijen azalıyordu sanki. Başım dönmeye başlamıştı. Bütün bu kendimi bir arada tutma, metanetli olma oyunlarım bir anda tepeme yıkılmıştı. Sadece adını başkasından duymak yetmişti. Ruhumdaki boşluk genişlemişti. Sessizliğini bozup bana kendisini tekrar hatırlatmıştı. Bir yerlere tutunmak için elimle etrafı yoklarken,
''İyi misin? Adın bu değil mi burada öyle yazıyor!'' dedi ve kimliği çevirip gösterdi. Gerçekten de öyleydi. Ah aptal kafam. Hiç kontrol etmemiştim bunları. Kendimi toparlamaya çalışıp kimliği elinden kaptım.
''Nereye gidiyorsun?'' dedi. Benim aksime sakin bir yapısı vardı. Kafamı çevirip,
''Size ne bundan?'' diyerek arkamı döndüm. Kolumdan tutup yüzümü ona dönmemi sağladı.
''Buranın sahibini tanırım. Kimliğin sahte olduğunu anlar. Hayır flörtle falan da işi kurtaramazsın. Biraları senin için alırım eğer beni de bir yere bırakırsan! Ne dersin?'' dedi. Kasadaki adama göz attım. Kimliğin sahte olduğunu anlamasa bile kadın ona yumurtlardı. Seçeneğim yoktu. Kafamı sallayıp kasaya ilerledim. Kadınla birlikte aldıklarımızı arka koltuğa atarken kolilerimin üstünü kapatıp yer açtım.
''Taşınıyor musun?'' dedi biraları yerleştirirken. Sürücü koltuğuna geçerken onu duymazdan geldim.
''Adım Maryse.'' dedi yanımdaki koltuğa yerleşirken. Kemerini takarken onu incelemeye başladım. Beyaz bir tişört ve eski bir kadife pantolon giyiyordu. Ayağındaki babetler fazla yaşlı işiydi. Görünüş olarak otuzlu yaşlarında olsa da bundan daha genç olduğu kesindi. Sadece fazla bitkin bir görünüşü vardı. Kahverengi gözleri epey mutluydu. Sanki hayatı boyunca bu anı beklemiş gibi gülümsüyordu. Her şey bir yana bu kadında tanıdık gelen bir şeyler vardı.
''Garip bir isim!'' dedim onu incelemeye devam ederken. Gözlerimin içine baktı ve gülümsedi.
''A evet! Ya sen?'' dedi. Yalan söylemek için hazırdım. İçimden bir ses tuhaf bir şekilde bunun gereksiz olduğunu ve adımı zaten bildiğini haykırsa da...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FEDA/BOYUT SAVAŞÇILARI
FantasíaAnnem hep bu dünyaya iki kişi değil dört bacaklı bir yaratık getirdiğini söylerdi.Aynı anda doğup farklı zamanlarda ölmemiz oysa ne garipti.(Alıntıdır.) Belki de her şeyin bir çözümü yoktur. Belki bazen hayat gizemlerini koruyarak sonlanır derdi bab...