swim

49 8 0
                                        

"mark lee, kanadalı. muhtemelen jeno bahsetmiştir benden az da olsa tahminimce. 23 yaşındayım, 3-4 sene önce araba yarışlarına katılmaya başladım. küçüklüğümden beri arabalara olan sevgimden dolayı başladım diyebilirim. genelde temiz yarışırım, arabamı seviyorum. temiz tutmak kolay olmuyor tabii ama şu ana kadar arabam için herhangi bir para harcamadım. arabalardan bahsetmeyi severim, anlamışsındır zaten." derince bir nefes verdi, ardından konuşmaya devam etti. "seninki gibi çok kötü bir hayatım olmadı tabii, ama bunun için üzgün hissediyorum. seni anlayabilmek isterdim." gözlerini kahvesinden bana çevirip bir yudum aldı. "lâkin, her şey düzeldiği için bundan daha fazla bahsedip kafanı bulandırmayacağım."

"başka öğrenmek istediğin bir şey?"

düşündüm bir süre, ardından aklıma gelen şey ile gülümseyerek ona bakmaya başladım. ağzımda bir tat olması için kahvemden ufak bir yudum alırken kelimelerimi seçmeye çalışmıştım, "hangi tarz müzik dinlersin?" sanırım tam on ikiden vurmuştum çünkü inanın bana yüzündeki keyiften bile mutlu olduğu anlaşılıyordu. düşündü bir süre.

"chase atlantic, my chemical romance... sonraa; the 1975? the vamps, ryan beatty, new hope club... böyle uzayıp gider doğrusu. ama favorim kesinlikle pink floyd, ve chase atlantic. kesinlikle hem de." zevklerimizin uyuşmasının ardından rahat bir gülümseme sunarak bacak bacak üstüne attım, cidden kafamızın bu kadar uyuşacağını tahmin etmemiştim.

"zevklerimiz aynı, benim playlistim saydıklarından oluşuyor tamamen. muhtemelen bir playlist daha yapacak olsam, başa another brick in the wall gelir." elini şıklatarak güldü ve kahvesinden uzun bir yudum aldı. "aynı fikirdeyim. bak böyle biri olduğunu hiç tahmin etmemiştim işte, harika zevklerin var!"

bu konuşmaların üzerine birçok konu açılmıştı, gerek sevdiğimiz yemeklerden, gerek dizi zevklerinden. hatta ve hatta ilkokul anılarımızdan bile bahsetmiştik. dışarıdan cidden çok, çok soğuk görünen ama içinde çocuk yatan biriydi. başta da demiştim, çapkın biriydi. ama bu içindeki çocuğu asla engelleyemiyordu.

yaklaşık 3 saat kadar birlikte oturduğumuzdan dolayı ağrımaya başlayan popom ile artık kalkma vaktimin geldiğini fark etmiştim. derin bir nefes verip sessizliğin arasında dudaklarımı araladım, "artık kalkma vaktimiz geldi sanırım? geç oluyor, eve karanlıkta dönemiyorum da."

"ben seni bırakırım, tabii istersen." birden atladığında şaşkınlıkla ona baktım. ellerimi sallayarak onu reddetmiştim

"ah, hayır hayır! kendim giderim hiç sıkıntı değil. sadece..." derin bir nefes verip elimi enseme attım. "karanlıktan korkuyorum. her yerde ışık var evet ama korkutucu geliyor her türlü."

dediklerimin ardından gülümsediğini gördüğümde kaşlarımı çattım, komik miydi?

"çocukluğunu asla kaybetmemen güzel, ama ciddiyim. seninle konuşmak hoşuma gitti. yüzyüze konuşurken daha iyi kelime bulabiliyorum doğrusu. rahat bir şekilde konuşabiliyorum. mesajlaşırken işler zorlaşır." öylece kaldığımdan dolayı tekrar güldü. gülmeyi seviyordu anlaşılan.

"ama seni bunun için zorlayamam, istersen çıkalım birlikte." başımı hızlı hızlı salladığım gibi üçüncü fincanımı fondipleyip mark ile ayağa kalktım. kafedeki çalışanlara teşekkür ederek iyi akşamlar dinledikten sonra mark kapıyı bana açıp geçmemi beklemişti. çapkın olmasının yanında centilmendi de. hoşuma gitti.

arabasına ilerlediği sırada ben de aynı taraftan gideceğimden dolayı onun yanında ilerliyor, bir yandan da ona bakıyordum. onun bakışları da beni bulduğunda gülümsedim. "sahi, güzel bir gün geçirdim sayende. gece olanlardan sonra kafamın dağılmasına gerçekten yardımcı oldun. keşke bunun karşılığını verebilsem." arabasına vardığında gözlerimi bir süre arabasında gezdirdim. hâlâ bir çizik bile yoktu, yakından bakınca bile.

the car race, markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin