Yoongi kaşlarını çatmış, bağdaş kurarak oturduğu yerde yüzlerce broşüre bakıyordu. Asık ve oldukça asabi suratından net bir şekilde anlaşılıyordu ki her an birimize patlayıp bütün günü zehir edebilirdi, bildiğimizden saatlerdir tek bir ses çıkartmıyorduk fakat artık görev için birisinin onunla konuşması gerekiyordu.
Bu yüzden şu an Shin, Seyoung ve Namjoon ile 'kim konuşacak?' tartışması yapıyorduk.
''Ben kimseyle konuşmam.'' dedi Namjoon hyung. Savunması sağlam gelmişti, o cidden konuşmazdı. Gözlerimi Seyoung'a çevirdim.
''Hayatta olmaz! Bana sürekli bağırıyor! Shin en küçüğümüz, ona iyi davranır.'' diye çemkirdi Seyoung da. bu defa savunma sırası Shindeydi.
''Bir kere ben küçüğüm diye sürekli enseme vuruyor tamam mı? Ben yapmayacağım! Ağlarım!'' Yalanla karışık bir şekilde gözlerini doldurup inilti sesleri çıkartarak söyledi Shin. Dudağını titretirken vazgeçmemiz için en masum bakışlarını atıyordu.
''Pekâlâ. Namjoon hyung en büyüğümüz olduğundan ona kızamaz. Joon hyung, bu senin görevin...''elimi güç verir şekilde omzuna koyarak tamamlamıştım sözlerimi. İki defa pat patladıktan sonra bedenini Yoongi'ye doğru çevirip itirazını dinlemeden ittirdim.
Yoongi'nin önünde durup gerginlikle arkasına bakan Joon'a dudaklarımı hareket ettirerek 'özür dilerim' dedim mahcup bir şekilde. O da Yoongi hyungun gözleri ona dikilmişken dudaklarını hareket ettirdi ve okumaya çalıştım, 'siktir git' .
''Yoongi. Broşürler hazır duruyor. Gitsek mi? Akşamki karşılama törenine kadar herkese haber vermeliyiz.'' dedi Namjoon. Gerginliğini alnından sızan ter damlalarından görebiliyorduk.
''Pekâlâ.'' dedi. Kısa ve bezmiş bir cevaptı. Canını neyin bu kadar çok sıktığını merak ediyorum ama şu an sormanın hiç sırası değildi. Patlamaya hazır bir bombaya pek yaklaşmamak lazımdı. Merakıma yenik düşersem sağlam bir fırça yiyebilirdim.
''Hadi, o halde gelin!'' Seyoung elini çırparak hepimizi etrafına toplamak için seslendi ve devam etti. ''Herkes biraz broşür alsın, Tae sen ve Yoongi merkezde dağıtın. Joon hyung sen kuzeydeki bütün mahallelere dağıt. Shin sen de pazarcılara ve dükkanlara dağıtacaksın. Ben birliktekiler ile Japonların bulunacağı bölgeleri öğrenecekmişim..''
Hepimiz onayladıktan sonra çantalarımıza broşürleri yerleştirip çıktık evden. Hızlı adımlarla yürüyen Yoongi hyungun peşinden koşarken merakıma sonunda yenik düşerek yüzüme tatlı bir gülümseme yerleştirip yanına geçtim.
''Hyuunngg...''
''Sakın Taehyung!'' diye lafımı kesti hemen.
''Ama ne oldu da bu kadar sinirlisin merak ediyorum.'' dedim somurtarak. Adımlarımı hızı ile dengelemeye çalışıp aynı zamanda bir cevap için yüzüne bakıyordum.
''Sizin yüzünüzden!'' dedi. ''Size o lanet velet ile iş yapmanın doğru olmadığını söylemiştim!''
''Ama neden? Baksana diğerleri ile bir sürü broşür çoğalttı bize, hem yanına küçük bir sembol de eklemiş.'' dedim elimdeki kağıdı gözüne sokarak ona uzatırken.
''Sorun da bu ya Tae!'' dedi sinirle aniden dururken. Adımlarımı onunla frenlerken düşmemek için biraz ileri doğru yalpalayıp geri döndüm. ''Bu bir oyun değil! Saçma sapan çizimler ekleyerek süsleyeceği bir kağıt değil bu, çocuk sadece eğlenmek istiyor ve birliğimiz bir amaç!''
''Ama hyung, birliktekiler bile ona güveniyor.'' dedim. Elimi kaldırıp sakinleşmesi için omzuna dokunacaktım ki her an patlamak üzere olan bir bomba gibi olduğunu fark ettiğimde elimi geri indirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fates'Feud ||TaeKook
Historical Fiction''Lütfen asker, eğer beni öldüreceksen bunu yüzüme bakmadan yap.'' Kanlar akan boynumdaki hançer biraz bile acı vermezken, her bastırışında kalbim biraz daha eziliyor, durmak üzere yavaşlıyordu sanki. Hırs bürümüş gözlerinin içine baktım. Biraz bile...