''Hyung! Hyung!'' kocaman adımlarımın birbirine dolanması ile yere kapaklanırken, saniyeler içinde bana endişeyle bakan Jungkook hyunga gülümseyerek ayağa kalktım, evimizin kapısındaki iri bedene ulaştığımda beni her zaman arasına alan kollara atıldım ve sıkıca sarıldım. Muhtemelen işten gelmiş olacak ki üzerindeki ter henüz kuruyamamış, hafif nemli gömleği tenine yapışmıştı. Benim sarılmam ile tenini daha da yakın hissettiriyordu.
''Hyung! Diğer çocuklar ile birlikte sirke gittik!'' dedim gür bir sesle. Her günün sonunda ona yaşadıklarımı anlatmak bir adetimizdi. Jungkook gülümserken beni içeri aldı ve sandalyelerden birine oturmam için gösterdi.
''Yine sağına soluna bakmadan koşuşturuyorsun Tae. Şuna bak, dizin kanıyor.'' dedi ve eline temiz bir bez alıp ıslattı. Önüme diz çöktü, dizimdeki kanları temizlerken suratım düşmüştü..
O, her zaman benim için uğraşırdı ama artık çok durgundu. Yüzü bir şeyleri saklar gibiydi... Dizimi acıtmamak için uğraşacak olan Kook şimdi öylesine pansuman yapıyor ve asla önemsemiyordu. Düşüncelerimi kenara bıraktım ve neşelendirmek için konuşmama devam ettim.
''Ama onu boşver şimdi! Sirkten bahsediyorum! Orada bir gösteri yaptılar ve işgali eleştiriyorlardı! Herkes çok eğlendi!'' Jungkook'un bakışları anlam veremediğim bir ifade değişirken bu defa bana döndü ve anlattığıma dikkat kesildi,
''Bunu neden yaptın Taehyung? Sana artık öyle yerlere gitmemen gerektiğini söylemiştim. Daha 14 yaşındasın!''
''Ama hyung, bütün çocuklarla gittik. Hem ne olduğuna inanamayacaksın! Orayı askerler bastı! Gösteri yapanları yakalamak istediler ama başaramadı beceriksizler. Sadece birisini yakaladılar ve ellerinden kaçırdılar. Bil bakalım kimin sayesinde? Ben!'' Jungkook'un gözleri iri iri açıldığında kızgınlığını yüzünden okuyabiliyordum.
''Aman tanrım bunu neden yapıyorsun Taehyung!'' gür bağırtı üzerine yerime sinerken ne için kızdığını kavramaya çalıştım. Beni kutlamalıydı... Bunun için eve en hızlı şekilde koşmuştum...
''Ama hyung, onlar Japon askerleri...'' dedim titreyen sesim ile. Kırıldığımın farkında olmalıydı fakat sinirini asla dengelemedi.
''Tanrı aşkına sen de diyorsun onlar asker! Bırak beyninizi yıkayan aptalları tutuklasınlar!'' Duyduklarım karşısında şaşkınlıkla duraksarken, birkaç saniye içinde kendime geldim ve titrek sesimi dengelemeye çalıştım.
''Hyung, ne diyorsun? Küçükken hep demiyor muyduk intikamımızı alacağız diye?''
Sinirli adam üzerime eğildi, ''Evet, küçükken! Küçük ve aptaldık Tae. Şimdi büyüdük, 18 yaşımdayım tamam mı? 14 yaşındasın. Büyü artık'' dedi. Birkaç dakika önce güvenle sarılıp kendimi emanet ettiğim beden yok olmuştu. Yerine her an üzerime saldırabilecek koca, korkunç birisi geçmişti. Korkumla oturduğum sandalyeye daha da sindim, işaret parmağı ile kafama hafifçe bastırarak devam etti ''Bunu şu aklına sok artık, o askerler bizi yönetiyor. Onlara hizmet etmekten başka şansımız yok, onlar ne derse o doğru olacak!''
''Ne diyorsun! Nasıl onları korursun! Ailemizi, herkesi öldürdüler, nasıl diğer hainler gibi konuşabilirsin Hyung!'' dedim bağırarak. Duyduklarım beni sınırıma ulaştırırken üzerimdeki büyük bedeni tüm gücümle ittirip ayaklandım. Normalde onu ittiremeyeceğimi ve gücünü kullanmadığı için gerilediğini biliyordum fakat şu an bunu umursayamazdım.
''Onlar öldü! Öldüler işte! Biz de onlar gibi ölmemeliyiz Tae, biat edip güzel bir hayat yaşamalıyız!'' dedi gözleri dolu dolu olmuşken. Şimdi daha da anlamsızlaşıyordu, son zamanlarda değişmeye başladığının farkındaydım fakat bu kadar kötü olabileceğini düşünmemiştim. Neden böyle konuşuyordu? Ne zamandan beridir inandığımız ideolojilerimizi kenara atmıştı?
''Ben gideceğim Tae. Bunu günlerdir sana söylemek istiyordum.. Ben ailelerimiz gibi baş kaldırıp sefil bir şekilde ölmeyeceğim, güzel bir hayat süreceğim...'' Duyduğum cümleyi algılamaya çalışırken henüz birkaç saniye önce ittirdiğim adamın elini sıkıca tuttum.
''Ne diyorsun? Beni bırakmayacaksın değil mi Hyung? Biz birlikte büyüdük, birbirimizi bırakamayız ki. Nereye gideceksin hem? Ben de geleyim?''
Güçlü kollar sıkıca bedenimi sararken bir eli ile saçlarımı okşadı. ''Nereye gittiğimi bilmemen daha iyi küçüğüm.'' Gözlerim buğulanırken akmaya başlayan yaşları elimin tersi ile silip bana sarılan bedenden ayrıldım ve yüzüne bakarak konuştum. ''Sana bağırdığım için bırakıyorsun değil mi beni? Özür dilerim. Yapmayacağım bir daha söz.''
''Zaman zaman seni görmeye geleceğim. Bırakmayacağım seni Tae... Sadece artık bu şeyleri bırak olur mu? Aptal direniş oyunları için büyüdün, bunu sakın bir daha yapma.''
Akşama kadar kalması için ikna etmeye çalışmıştım, nereye gittiğini öğrenmeye çalışmıştım, beni bırakıp yurtdışına mı gidiyordu? Ama sık sık görmeye gelemezdi değil mi? Bu yüzden bu ihtimali elemiştim...
Son defa akşama kadar konuştuk, evin bir yıllık ücretini ödediğini ve kalabileceğimi söylemişti, beni düşünmüştü... Gece olunca bana son defa sarıldı, yatağıma yatırdı, saçlarımı son kez okşayarak uyuttu, bunun son olacağını, sabah uyandığımda onu bulamayacağımı bilmiyordum...
Bir hafta sonra gelmedi.
Bir ay sonra gelmedi.
Kavgada dayak yediğimde gelmedi,
Para kazanmak için sabahlara kadar toka yapıp pazarda satarken gelmedi,
Bir yıl sonunda evden kovulduğumda da gelmedi.
Jeon Jungkook... Hayatımdaki koca bir yalancıydı. O geceden sonra bir daha asla gelmedi..
Peki, sizce Jungkook neden aniden değişmişti? Ayrıca fikir ve eleştirilerinizi yazarsanız çok sevinirim.
![](https://img.wattpad.com/cover/347359053-288-k192640.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fates'Feud ||TaeKook
Fiksi Sejarah''Lütfen asker, eğer beni öldüreceksen bunu yüzüme bakmadan yap.'' Kanlar akan boynumdaki hançer biraz bile acı vermezken, her bastırışında kalbim biraz daha eziliyor, durmak üzere yavaşlıyordu sanki. Hırs bürümüş gözlerinin içine baktım. Biraz bile...