Ertesi sabah yine bağbozumu şenlikleri tüm hızıyla devam ediyordu. Ancak o gün diğer günlerden çok daha farklı olmuştu.
Kahvaltıdan sonra saat öğlene yaklaşırken Yeosang hala evden ayrılmamıştı. Berthe bir yandan kahvaltı masasını topluyor bir yandan göz ucuyla oğluna bakıyordu.
"Dışarı çıkmayacak mısın?"
Yeosang derin bir iç çekip cevap verdi. "Birini bekliyorum."
"Öyle mi?" Berthe kaşlarını çattı. "Kimi?"
"Loys." diye cevap verdi daha alçak ve kırılgan bir sesle.
Berthe tabakları lavaboya yerleştirdikten sonra toz bezini bir kenara bıraktı ve gözlerini pencereden ayırmayan oğlunun yanına doğru yürüdü. "Neden sen onun yanına gitmiyorsun?"
"Nerede oturduğunu bilmiyorum."
"Nasıl? Ne demek bu? Küçücük kasaba! Nerede olabilir ki?"
"Henüz yerleşmediğini söyledi."
Annesi Berthe onun içini huzursuz eden merakı sesine oldukça açık bir şekilde yansıtarak sordu. "Bu Loys... Tam olarak kim oluyor? Annesi babası kim? Yalnız mı yaşıyor?"
Yeosang gülümseyerek başını annesine çevirdi. "Bilmiyorum. Belki bugün bana anlatır? Onu tekrar görmek için sabırsızlanıyorum. Onunla ilgili her şeyi bilmek istiyorum."
Berthe kaşlarını çattı. "Tanımadığın biri seni nasıl bu kadar heyecanlandırabilir?"
"Önümde onu tanımak için koca bir ömür var. Bunun ne kadar heyecanlı olduğunu anlamıyor musun? Tam bir gündür onunla birlikteyim ve hayatımın en mutlu günlerinden birini yaşadım. Sen de onu görmelisin. Tanrım... Ne kadar güzel dans ettiğini görmeliydin. Söylediği her bir sözcük sihirli gibi. Sanki uzak diyarlardan gelen bir prens gibi konuşuyor. Her bir zerresi büyüleyici. Onu ilk gördüğüm andan beri enerjisi ve varlığı bana neşe verdi. Anne, sanırım ondan hoşlandım. Bu tuhaf. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim."
Berthe oğlunun yanına geldi ve ellerini nazikçe omuzlarına koydu. "Canım benim, sence de bu tarz ani duygu değişimleri biraz tehlikeli değil mi? Özellikle senin gibi genç ve zayıf bir kalbe sahip bir çocuk için."
Yeosang hafifçe başını salladı. "Evet, biraz göz korkutucu. Ancak bu duyguyu sevdim. Onunla barışık olmayı tercih ederim."
Ardından başını tekrar pencereye çevirdi ve dışarıyı gözetmeye devam etti.
"Yeosang..."
Yeosang bu sefer başını çevirmeden cevap verdi. "Evet?"
Berthe derin bir iç çekti. "Bence etrafında sana yoldaşlık edebilecek ve arkadaşlığınıza daha çok değer biçebilecek insanlar var. Hayatında tanımadığın yabancılar yerine onlara yer verebilirsin. Mesela Hilarion Johnen gibi."
"Jongho mu?" Yeosang arkasını döndü. "Oh... Onu seviyorum. O iyi biri."
Yeosang'ın onun hakkında tek söyledi bu olmuştu. Ardından bütün heyecanıyla San'ı beklemeye devam etti.
Berthe buketinden ayırdığı çiçekleri içini suyla doldurduğu kavanoza yerleştirirken gülümsedi. "Dün akşam yemeğinde pişirdiğim tavuğu ve bize bu çiçekleri getirdi. Centilmenliği her defasında beni şaşırtmayı başarıyor. Neden bugün onunla dışarı çıkmıyorsun?"
Jongho yirmilerine yaklaşmıştı. Yeosang ise henüz sadece on beş yaşındaydı. Jongho Yeosang'a göre oldukça meşgul biriydi ama onunla vakit geçirmek için her zaman vakit bulurdu. Gerekirse bütün zamanını sadece onun için boşaltmaya hazırdı. Yine de her ne kadar birbirlerini sevseler de belki aralarındaki yaş farkından, belki huy farkından aralarında güçlü bir bağ kuramamışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
giselle ou les willis || sansang
FanficVililer; onlar ki ihanete uğramış ruhlar, onlar ki kelebek ömürlü kırılgan yürekler... Onlar ne ölü ne de diri. Zira ihanetin bıçağı bir kere kalplerine saplandı mı ölüm onlar için neydi ki? Onlara Vili diyorlardı ve artık bir hayaletten başka bir ş...