Sıradan bir pazar günüydü ve bugün pazara gönderilmiş kişi Dazai idi. Listeye göre sıra ondaydı. Bu yüzden itiraz etmeden pazar yoluna koyulmuştu erkenden.
Listedeki her şeyi, fazlasını da, aldı. Hava sıcaktı ve sıcaktan yürümek bile istemiyordu.
"Eve gidince soğuk suyu kafama dikeceğim." diye kendi kendine konuştu.
Yürümeye devam etti. Ama evine yaklaştığında bir şeyler tersti. Çünkü şu an evinin olması gereken yer tamamen moloz yığınları ile kaplıydı.
O an Dazai'ın elindeki pazar arabası düştü. Sessizlikte arabanın yere çarpa sesi etrafa yayıldı.
Koşarak devasa moloz yığınlarına yaklaştı Dazai. Burası onun eviydi.
Tepki veremeyecek kadar şaşkındı. Bir süre yığını izledi. Sonra aklına bugünün pazar olduğu geldi, herkes evde olmalıydı. O zaman herkes evdeyse herkes ölmüş müydü?
Tüm vücudu birden titredi ve böylece Dazai girdiği şokun etkisinden çıktı.
Dolmuş gözleriyle çaresizce moloz parçalarını kazdı. Parmakları kanayana kadar kazdı. Bir şeyler sayıklıyordu.
Etrafına baktı endişeyle. Biri... tanıdık tek bir kişi...
İleride, yerde yatan iki beden gördü. Akan gözyaşlarını silip oraya doğru koştu. Gördüğü hayal de olabilirdi, tam emin değildi. Yine de koştu.
"Higuchi... Akutagawa..." Onların neden dışarıda olduğunu düşünecek vakti bile yoktu. Şu an aklını kaçırmış gibiydi.
İlk iş yaşıyorlar mı diye nabızlarını ölçütü.
Akutagawa'nın nabzı normaldi fakat Higuchi'ninki biraz yavaştı, çok yavaştı.
Buna rağmen sevindi, dostlarından ikisinin hayatta olduğunu bilmek onu rahatlattı.Sarışın kızın saçlarını geriye atıp alnındaki yaraya tişörtünden yırttığı bez parçasını bastırdı ve hemen ambulansı arayıp durumu açıkladı.
Dakikalar geçmek bilmiyordu, bir dakika bir yıl ile eşdeğerdi.
Ambulans gelene kadar molozları aramaya devam etti Dazai. Hâlâ umudu vardı.
Yürürken bir kola çarptı. Tırnaklarında siyah ojeleri olan bir el... Bu Gin'in eliydi. Bir umut hayatta olabilir diye ağır taşları kolun üzerinden kaldırdı. Ancak tüm taş parçalarını kaldırdıktan sonra kurtarmaya çalıştığı şeyin Gin değil de Gin'in kolu olduğunu fark etmesi onu büyük bir şoka soktu.
Şokun etkisiyle kusmasına engel olamadı. Dakikalarca kustu. Korkuyordu. Gerçekten korkuyordu.
Yıllar gibi geçen, hiç bitmeyecekmiş süsü veren dakikaların ardından sağlık görevlileri geldi.
Akutagawa ve Higuchi ayrı araçlarla hastaneye taşındı. Higuchi'nin durumu daha kritikti, bu yüzden Dazai ona destek olabilmek için ambulansta eşlik etti.
Dua ediyordu. Arkadaşlarının yaşaması için dua ediyordu. Daha düne kadar ölümü bir uyku gibi gören Dazai şimdi ölümden korkuyordu.
Annensinin ölümünde bile ağlamamıştı. Kendi evi patlatıldığında ciddiye bile almamıştı. Birilerinin kampını patlatırken hiç umursamamıştı.
Şimdi düşününce Dazai hayatı ne zaman ciddiye almıştı?
Bu yere gelirken bile ciddi değildi o.
Ölmek onun için sorun değildi, birilerini kaybetmeyi de umursamıyordu. Ama şu an bu iki dostunun yaşaması en çok arzuladığı şeydi.
On dostundan geriye sadece iki tanesinin kalmış olmasına dayanamıyordu. Onları seviyordu. Onlara sinirlense de, kızsa da hepsini seviyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
the bomb [fyozai/texting]
Fanfiction-LAN EVIMI PATLATMISLAR YETISIN EVSIZ KALDIM || yari texting || tw: asiri doz ilkel yasam, zirve derecesinde absurtluk, mantigin m'sine sahip olmayan konusmalar!!!