Gökyüzünün yine karanlığa büründüğü zamanlardayken okuldan çıkalı çok olmuştu. Sırtımdaki çantam yerini koruyordu ve ellerim gri hırkamın ceplerindeydi.
Liseden beri kötü muamele gördüğüm o çocukları, Taehyung'la karşılaştığımız günden sonra bir daha hiç görmemiştim. O gün onlara ne söyledi bilmiyorum ama açıkçası bir daha görmek de istemiyorum, eğer mümkünse.
Ve evet, o günkü olayın üstünden tam olarak üç gün geçmişti ve Taehyung'u bir kez bile görmedim. Bana gözükmek istemiyor diye düşündüm çünkü evden bile çıkmadı. Üç gün önce de aynı şekilde bana çok yaklaşmadı ve benimle oturmak istemedi.
Kendi kendime yürümeye devam ederken sertçe yutkundum. Hayatıma sadece birkaç hafta önce dahil olan bir adam için fazla düşünüyordum ve onun beni bir arkadaş olarak bile görmesi cabaydı. Yani, en azından şimdilik.
Kulaklıklarım takılıydı ve, hafta sonu olduğundan gerek, her taraf oldukça kalabalıktı yine. Göz ucuyla etrafa baksam da genel olarak bakışlarım ya yerdeydi ya da dümdüz karşıya bakıyordu.
Ara sokaklardan birine girdiğimde kendimi daha güvenli hissettim. Geniş ama kısa bir sokaktı ve direkt olarak ana caddeye çıkıyordu. Yavaş adımlarla oraya doğru ilerledim.
Ara sokaklarda genelde hiç kimse olmazdı ama buna rağmen kalabalık sokaklara göre daha fazla çöp barındırıyordu. Gerekse alkol şişeleri, gerekse poşetler, kalıntılar, izmaritler ve bunun gibi daha birçok şey.
Ana caddeye çıktığımda direkt olarak karşımda neredeyse haftanın 4 günü gittiğim kütüphane duruyordu. Akşam olduğundan dolayı mekanın dış aydınlatmaları da yanıyordu ve bu sebeple çok güzel bir görüntü ortaya çıkıyordu.
Caddeden dikkatlice geçtiğimde, elimi kapının koluna koydum ve çok ses çıkarmamaya özen göstererek açtım. Tahmin ettiğim kadar ses çıkarmamıştı ve çıkarsa bile alt katta pek de birileri var gibi gözükmüyordu. Genelde insanlar hep üst katı tercih ediyordu çünkü, eğer dürüst olmak gerekirse, oranın dekoru alt kata göre daha güzeldi.
Yine de nerede az insan varsa orada olmayı tercih ediyordum. Tabii genelde alt kat daha az kalabalık oluyordu lakin hafta içi insanlar ya okulunda, ya da işinde olduğu için çok fazla birileri olmazdı.
Buranın en sevdiğim yanı, oldukça geniş olması ve sahibininn eski bir arkadaşımın babasına ait olmasıydı. Onun babası o zamanlar bana bile kendi oğlu gibi davranıyordu ve aramız gerçekten çok iyiydi. Ortaokuldayken okul çıkışlarında eve gitmek yerine hep onlara giderdim, ihtiyacım olan sevgiyi gördüğümde tekrar eve dönmek zorunda kalırdım.
Daha sonra okullarımız ayrıldı ve farklı liselere gitmeye başladık. Hâlâ arada bir görüşür mesajlaşırdık ama bir süre sonra farklı insanlarla tanışmaya başladı. Haliyle de beni unutur gibi oldu ve kısa süre sonra neredeyse hiç konuşmamaya başladık.
Açıkçası o da haklıydı, çünkü daha o zamanlardan beri çok içe dönük bir insandım. Eğlenmeyi ya da eğlendirmeyi bilmiyordum. Yaşıtlarım gibi espriler yapmak konusunda da yeteneğim yoktu. Tek yaptığım okula gidip ders dinlemek, eve gidip ders çalışmaktı. Onunla da şans eseri tanışmıştık.
İçerisine girdiğim kütüphanede biraz dolaştım. Kendi zevkime göre kitap kategorilerinin bulunduğu bölüme doğru ilerledim. Yıllardır buraya geliyordum ve burada var olan roman türü kitapların yarısınından fazlasını okuduğuma emindim.
Ellerimi cebimden çıkardığımda, kulaklıklarım da tekrar çantamın içindeki yerini buldu. Sağ elimi çenemin altına yaslamışken, karşısında durduğum rastgele bir raftan kitaplara bakıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
your lips my lips
Fiksi Penggemar"Söyle o zaman çocuk, nedir senin yaran?" Ellerimi sıktım ve yumruk haline getirdim. Tırnaklarım neredeyse derimi parçalayacak kadar acıtıyordu ancak umrumda değildi. Canımı yakan daha büyük şeylerim vardı. Ağzımdan bir hıçkırığın çıkmasını engelley...