jungkook, seven
show you what devotion is,
deeper than the ocean isBirinin varlığına güvenmekle, kimsenin varlığını hissetmemek arasındaki fark nedir biliyor musunuz? İki durumda da uçurumun üzerine sertçe gerilmiş bir ipin üzerinde adımlarsınız, ikisinde de düşme ve paramparça olma riskiniz zirvededir ama bir tanesinde ayağınız kaysa bile kanatlanacağınıza inanırsınız.
İşte Jeongguk benim kanatlanma şansımdı. Elimde şarapla, deli sevgilimin altında Alfa Romeo'suyla sokağıma girmesini beklerken, ayağım kaysa bile kanatlanıp uçacağımı biliyordum. Araba önümde durup kapım içeriden açıldığında, askılı t-shirtümden açıkta kalan sırtım deri koltukları okşarken ve romeoya biner binmez benimkinin dudaklarına yapışırken kanatlarım çoktan sırtımı deşip özgürleşmişlerdi.
"Delisin sen, manyaksın. Ruh hastasısın." bedenimi sarmalayan sıcaklığın bıraktığı mayışıklıkla arabanın arka koltuğundaki sevgilimin göğsüne başımı iyice yerleştirirken bunları sayıklıyordum. Güldü, ilk kadehimden beri gülüp duruyordu. Daha garip olansa, onu güldürüyor olmak bana gülünç hissettirmesine rağmen daha da şapşallaşmak, gülüşünü daha fazla duymak istiyordum.
Gül sevgilim, gülemediğin her gün için öyle çok gül ki fazlalarımız eksiklerimizi sıfır noktasına indirgesin.
"Senin delinim, senin manyağın, senin hastanım güzel oğlum anlamıyor musun sen? Aylardır söyledik yazdık çizdik bunu. Oturmadı mı o akıllı kafana senin için hem kaçıp hem kovalayacağım." Jeongguk bunu söylerken bir yandan parmaklarını yukarı doğru kıvrılmış t-shirtümün açık bıraktığı karnımda gezdiriyor, dudaklarını ara ara saçlarıma öpücük bırakmak için kullanıp geri çekiliyordu.
Kedi gibiyim kollarında, ne aklım kalıyor ne fikrim. Aklım fikrim sana koşullanıyor Jeongguk.
"Yakalarlarsa se-" ağzımdan kaçan ufak hıçkırığa aldırmadan cümleme devam ettim "Yakalarlarsa seni beni de yasaklarlar bu kez sana. Görürsün, hastaneden de atarlar seni."
"Bana baksana sen." Jeongguk'un bir ricada bulunduğunu düşünerek başımı ona çevirmeye çalışırken bunun bir rica değil emir olduğunu anlamam çok uzun sürmemişti. Nasıl anladığımı sorarsanız, belimden tutulup yüzüm ona denk gelecek şekilde koltuğa boylu boyunca uzanmış dizlerine oturtulduğumda ne ara hareket ettirildiğimi bile fark etmemiştim.
Al, oyna benimle. Kuklanmışım gibi, iplerimi çekiştir dur, hareketlerimi senin parmaklarına bağla. Sesimi çıkarmayacağım.
Gözlerimi gözlerine dikerek ona bakıyordum, elleri belimdeydi, üzerindeki siyah t-shirtü sıcaktan üzerine yapışmıştı. Alnına değen saç tutamları terlemiş, dalgalanmıştı. Terleyen yüzü parlıyordu, alışamıyordum. Onu ne altımda, ne üstümde, ne karşımda görmeye alışamıyordum işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
paper and scissors ∤ taekook
Short StoryKore'nin en ünlü özel liselerinden olan Gwangju kolejinde birbirinin hayatlarına girmeleri imkansız görünen on sekiz yaşında bir kağıt; bir de makas var ve birisi diğerinin pürüzsüz hayatına ufak kesikler atmak istiyor. texting-prose 110222, asheswan