26. Kaza

1.8K 226 234
                                    

Hamileydim.

Dakikalardır tuvalette oturmuş bir elim yüzümde diğer elimde tuttuğum test sonucuna bakarak ağlıyordum.

Test yapmak kolay olmamıştı. Seda'yla konuştuğumuzun ertesi günü aldığım testi yapmadan önce bütün gün evin içinde dolanmış, kendime işler icat etmiş, ha şimdi, ha birazdan derken saatler geçirmiştim. En nihayet cesaretimi toplamış, kendime testin negatif çıkacağı yönünde telkinler vermiştim. Zihnimi diğer düşüncelerden arındırmış, sadece göreceğim tek çizgiye konsantre olmuştum. Kontrol süresi dolana kadar sımsıkı kapalı gözlerimle kendi kendime fısıldamıştım. Lütfen, lütfen, lütfen, lütfen... fakat gözlerimi açtığımda birbirine paralel iki çizgiye bakıyordum.

Aynı anda hem kahroldum hem de ödüm koptu. Zihnim anıları binbir kez tarayan bir maraton koşucusuydu. Yanıyordu düşüncelerin alevinden. Çok öfkeliydim. Çok kızgındım. Kendime. Ona. Kendime. Ona. Hazmedemiyordum. Ben bu şekilde anne olmak istemiyordum. Henüz atlatamadığım bir travma ile dünyaya gelecek bir bebeğe nasıl annelik edeceğimi bilmiyordum. Ama yapabileceğimi biliyordum. Nasılını bilmesem de yapabileceğimi en dip hücrelerime kadar hissedebiliyordum. Bunu bilmek canımı çok yaktı. Çünkü bunun benim kadar Tekin'in de çocuğu olacağı düşüncesi nefes aldırmıyor, huzur vermiyordu. Bu bebeği istemiyordum. Bu bebeği isteyebilme ihtimalimden bile utanıyordum. Ben, ben olmak istemiyordum an itibariyle. Kendimle olmaya tahammül edemiyordum. Kaçacak bir nokta arayan zihnim testin hatalı olabileceği fikrinde soluklandı. İdrar testleri hatalı olabiliyordu. Kan testi yapılmadan kesin sonuç anlaşılamazdı. Henüz doktor muayene etmemişti. Bir ihtimal daha vardı.

Lütfen, lütfen, lütfen.

O ihtimal gerçek olsun. Test hatalı olsun. Lütfen.

Doktor randevusu almak testi yapmaktan daha zor oldu.

Yılbaşı öncesi doktor randevuları doluydu. Bulduğum az sayıda müsait saatin benim iş yerinden çıkıp gelebileceğim makul bir saatle kesişmesi gerekiyordu. Sonuç olarak 31 Aralık günü öğleden sonraya randevu aldım çünkü o gün yarım gün mesai yapılacaktı.

O güne değin bir hafta geçmek bilmedi. Test yapıp yapmadığımı soran Seda'ya yalan söyledim. Çünkü gerçeği söylemek çok fazla konuşma yapmayı ve yüzleşmeyi gerektiriyordu. Doktor muayene etmeden kabullenemezdim. Bir hafta boyunca, sabahları gözümü açtım, bunu düşündüm. Evden çıktım, soğukla cebelleştim, trafikle cebelleştim, işe geldim, işle cebelleştim, bunu düşündüm. İşten çıktım, eve gittim, yemek yedim, boş gözlerle televizyon ekranına baktım, bunu düşündüm. Her an her dakika aklımdan bir çıkıp bir geri beliren ve her gelişinde beni bir daha, bir daha yere seren bu ihtimalle cebelleşiyordum. Hamile olamazdım. Peki ya hamileysem? Ya hamileysem? O zaman ne yapacaktım?

O geceye gidiyordum. Aklımda sürekli imzalanması gereken bir boşanma dilekçesi, elimde bir şarap kadehi tutuyordum. Tekin boş kadehimi dolduruyordu. Kadehi elimden bırakmak, Tekin'i evden göndermek, kapıyı sımsıkı kilitlemek istiyordum. Ama yapamıyordum. Yapamamıştım. Çırpınmak, bağırmak, yalvarmak fayda etmemişti. Üstüme uyguladığı baskıyı o anki gibi hissedebiliyor, altında ezilirken kendimi kurtarmayı başaramayışımı çok net olarak hatırlıyordum. Çaresizliğimi, gözyaşlarımı, canımın yanışını çok net anımsıyordum. Bir de... işte şimdi vedalaştık deyişini.

Ölsem unutamayacağım bir cümlenin sahibini asla affetmeyeceğime dair kendime bir söz vermiştim. Asla affetmeyeceğim bir adamın çocuğunu nasıl doğurabilirdim? Ben böyle bir buhranın içinden geçip nasıl anne olabilirdim?

Tekin ve ben asla çocuk sahibi olmamalıydık.

O tren kalkalı çok zaman olmuştu. Ne yazık ki, çok çok uzun zaman önce onun mavi gözlerine bakan ve hayaller kuran bir Işık vardı... bugün değil gözlerini görmek, onunla ilgili herhangi bir şey düşünmekten bile büyük rahatsızlık duyduğumu, ondan kaçındığımı düşünmek yardımcı olmuyordu.

MAVİ SİYAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin