Atkuyruğu örülmüş saçları beline uzanan orkun gölgesi, metrelerce uzunluğa erişti. Gün batmak üzereydi, tan yerinin kırmızılığı bile saçlarının rengi yanında sönük kalıyordu. Bedeni, mat siyah savaş zırhıyla kaplıydı sadece dudaklarının üstünde kalan kısmı açıktaydı.
Mavi ve kırmızı gözleri uzakları seyrederken, bulunduğu tepeye yaklaşan bir kişi kendisine seslendi.
"Nafız, hazırlıklar tamamlandı. Ne zaman istersen, saldırıyı başlatabiliriz!"
Yüzünün sol tarafını boydan boya geçen derin bir kesiğe sahip olan dev cüsseli ork, bir iki adım daha attı ve dişi orkun yanındaki yerini aldı. Altında deri pantolonu vardı ve üst bedeni tamamen çıplaktı. Sol koluna çarpan güneş ışınlarının metalik yansıması kumlara vururken, esen rüzgârla beraber değişik şekiller oluşuyordu.
"Biraz daha bekleyelim Alyon! Henüz kendilerini göstermediler!"
Yoldaşının kararını başını hafifçe eğerek karşılayan dev ork, bakışlarını onunla aynı yöne çevirdi ama görünürde hiçbir düşman yoktu. Mekanik sol gözüyle incelemiş olsa da bir şey göremedi, tedirginliği beden diline yansıyordu.
"Sakin ol eski dostum, oradalar! Hissedebiliyorum!"
Baştan aşağı yeşil cübbesiyle Alyon' un yanına yanaşan ince yapılı biri, asasını zemine saplayarak konuştu. Kumları dalgalandırarak ilerleyen enerji bin adım uzaklığa varınca, adeta bir duvara çarparak durdu.
"Kötü büyüyü sezebiliyorum, kumların altında şeytani varlıklar var. Bir, iki, üç, dört, beş ve en siyahları, diğerlerinin efendisi!"
Nafız'ın solunda başka bir kadın belirdi. Kolsuz basit abadan yelek ve aynı sadelikte uzun eteği vardı. Teni porselen kadar beyaz, yüzü saçlarıyla aynı renk çillerle kaplıydı. Elindeki kara kaplı kitabı açtı ve nefesini yavaşça sayfalara üfledi.
Ayaklarının altında oluşan büyü çemberinin uçlarında farklı renkler ışıldıyordu; mavi, sarı, yeşil, siyah ve en üstte kırmızı. Gökkuşağını andıran ışık demeti yola çıktı, hedefleri çölün ortasındaki hiçbir yerdi.
Görmeyen gözler böyle zannedebilirdi ama on nefes geçmeden ışık demetleri saydam bir kalkana çarparak dağıldılar. Alacakaranlık kısa süreliğine aydınlandı ve ardından daha da kararmış bir halde geri geldi.
"Yer üstüne çıkıyor, dikkatli olun!"
Öne fırlayan sarı saçlı biri, tek dizini yere koyarak bariyerin bulunduğu bölgeyi tarıyordu. Kaskının göz bölgesindeki iki büyük mercek, dışarı doğru taştı. Uyarısından hemen sonra yer sarsılmaya, uzaktaki kumlar girdabın içinde kaybolurken, bir yapı gün yüzüne çıkmaya başladı.
Devasa kale her nefeste biraz daha belli oluyordu ama ilk görünen kısmı kulelerine tutunan bir ejderha siluetiydi. Pençeleriyle kuleleri kavramış, kuyruğuyla duvarları dolanmış ve dev kanatlarıyla bütün yapıyı kaplıyordu.
"Yer üstündeki yapı, buzdağının görünen kısmı. Kumların altında karmaşık labirentler birbirlerinin içine girmişler!"
Sarı saçlı adam ayağa kalktığında başka biri onu omuzlarından kavradı, gülümsemesi neredeyse bütün suratını kaplıyordu.
"İyi bak ufaklık, hazineleri görebiliyor musun?"
Nafız, bakışlarını kamuflajlar içindeki adama çevirdi. Çocuk gibi heyecanlıydı, sırtındaki geniş enli çift palayı görmeyen biri, onun buraya oyun oynamaya geldiğini sanabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Altı Medeniyetin Dünyası
FantasyVasat bir hayatı sürmeye mahkum olan kişi için, ölüm felaket midir ? Hikayemizin kahramanı, yeni hayatına gözlerini açtığında, farklı bir dünya, bambaşka yaşam formları,değişen koşullar onu bekliyordu. Bir zamanlar, Nafız adıyla çağrılan ve Altı Med...