salvateur.

74 11 15
                                    

Rüyalar zihnin en kuytu köşesinde duran anıları bulur, tazeler ve gözler önüne sererdi. Rüyalar karmaşıktı ve bunun nedeni, zihninin derinliklerinde savaş veren ve bizzat kendisi karmaşık olan anılardı. Unutmak adına üzerinde düşünülmeyen, sil baştan diyip silinmeyen ve umursamazcasına bir köşeye fırlattığımız anılarımız mutlaka rüyalarımızda buluşurdu, kabuslarımızda karışırdı birbirine.

Mutlu olmayı umduğum her rüyam korkularımın mutlu hayallerimi yuttuğu bir kabusa dönüşürdü. Gerçekliğimle yüzleşmekten korkarak gözlerimi kapattığımda, göz yumduğum gerçekliğim rüyalarıma karışıyordu.

Hayatım boyunca kullanılan, değeri parayla ölçülen ve yaşama hakkı elinden alınmış ölü bir varlık olduğum gerçeğini kabul etmemekte olan aptal ısrarlarım yüzünden, her defasında daha derin yaralıyordum kendimi. Düştüm, kalktım ve koştum yine. Koştukca toprak ayaklarımın altından kayıyordu, tüm çabalarım ve ben boşluğa yuvarlanıyorduk öylece.

Gözlerimi araladığım her sabahın güneş ışıklarıyla beraber bana gülümsemesini beklemiyordum, gözlerimi araladığımda beklediğim tek şey, sonu bilinmeyen bir acının artık son bulmasıydı. Ve ben hâlâ beklemekteydim kaderimde çiçeklerin açacağı günü.

Nefes nefese gözlerimi aralayıp dikeldim, elimi göğsüme koydum. Nefesim yetmiyormuş gibiydi, kalbim deli gibi atıyordu kendini kafesinden dışarıya. Gördüğüm kabusun etkisiyle üstümdeki örtüyü sıktım sertçe. Örtünün üzerime nasıl geldiğini ve nerede olduğumu henüz idrak edememiştim, kabusumla cebeleşmekle meşguldüm halen. Üzerimde dolaşan ellerin şokunu atlatamadan, o ellerin sahibinin gerçek mi, yoksa rüya mı olduğunu ayırt etmeye çalışıyordum nefessiz kalmışken.

Yanaklarımda kurumuş göz yaşlarını hissettim, gerçeklik algımı geri kazandığımda rahatça bir nefes verdim ve etrafıma baktım. Yabancı bir odada, siyah ve koyu gri ağırlıklı duvarların arasındaydım. Yatak, komidin, dolap ve siyah perdeli bir pencereden ibaretti oda sadece. Komidinin üzerindeki tepside sürahi, bardak ve bayatlamış birkaç dilim ekmekle bir tabak yemek vardı. En şaşırtıcı olan ise, yabancı bir yerde gece yarısı çığlık çığlığa uyanmayıp kesintisiz rahat uyku çekmiş olmamdı.

Örtüye kaydı bakışlarım, buraya nasıl geldiğimi hatırlamaya çalışırken inceledim onun desenlerini. Seungcheol'ü hatırladım birden, beni bu halde önlerine atmayacağını söylediğini hatırladım. En kötü ihtimali düşünüyordum, onların eline mi düşmüştüm tekrar?

Fakat beni herhangi bir yatak odasına değil de, bodrum katına kilitleyeceklerini, aç ve susuz bırakacaklarını sanıyordum. Her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak örtüyü üzerimden kenara attım. O sırada ellerimdeki sargıları yeni farketmiştim, yaraların varlığı kendini hemen belli etmişti sızlayarak. Avuçlarım temiz sargı bezleri ile sarılmıştı. Dizimdeki yaraları da hatırladığımda, eşofmanımın bacaklarını yukarı çektim yavaşça. Yine aynı sargılarla sarılıydı dizlerim. Bu beni kısa süreliğine mutlu etti, vücudumdaki izlerin bir başkası tarafından görülmüş olması ise zihnime akın ettikçe gururumu paramparça etti.

Bu yüzden biraz cesaretlenip ayağa kalktım, açlıktan karnıma ağrılar saplansa da şu an için yemek düşünmem gereken en son şeylerden biriydi. Siyah kapıyı ses çıkarmamaya özen göstererek açtım, kafamı dışarıya çıkardım kapı aralığından. Uzun ve boş bir koridor karşıladı beni, ölüm sessizliği hakimdi koridorda. Kapılara baktım, görünen o ki, içinde bulunduğum evin bir sürü odası vardı.

Ne yapacağımı bilemeden ayaklarımın beni götürdüğü yöne, koridorun sonuna doğru yürüdüm. Çıplak ayaklarımın zeminde çıkardığı sesler ve saatin ritmik tıkırtısı dışında hiçbir şey duymuyordum. Koridorun sonuna ulaştığımda, geniş bir salon karşıladı beni. Büyük pencereleri hoş bir manzaraya açılıyordu, buranın ikinci kat olduğu manzaradan belli oluyordu. Fakat burası da koridor gibi boş ve tamamen sessizdi. İçinde bulunduğum yer, daha önce hiç yaşam sürdürülmemiş gibi bir auraya sahipti.

CarmenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin