İnsanlar ikiye ayrılır aslında. Masal dinlemiş olanlar ve kendi kendine masal okumak zorunda kalanlar. Eğer ilk gruba dahilseniz hayat size ne sunarsa sunsun,hangi savaşa girerseniz girin hep kazanan sizsinizdir. Çünkü günün sonunda başınızı okşayıp masal okuyan biri vardır. Ama eğer ikinci gruptaysanız ne kadar güçlü olursanız olun mağlup hep siz olursunuz. Çünkü günün sonunda kabuslar bekler sizi. Ve insanlığın belki de en büyük tezatlığı böylece başlar.
Genç kız her zaman gittiği parka gitmek için erken kalkmıştı. Hemde haddinden fazla erken. Çünkü yıllardır yapmadığı bir şey yapacaktı. Ay çöreği... Annesi sık sık yapıp beslenmesine koyardı. Öyle güzel kokardı ki çoğu zaman öğlen olmadan bitirir, öğleyin de karnı guruldar dururdu. Unutmamıştı genç kız. Tarifi dün gibi aklındaydı. Nasıl unuturdu ki? Daha dün yapmışcasına tecrübeyle hazırladı hamuru. Şekil verirken yalnız bedeni buradaydı, ruhu çoktan yıllar geçse de tozlanmayan anılardaydı. Çöreği fırına koyup üzerini giyinmeye koyuldu. Abartmayı sevmezdi hiçbir konuda. Sade bir şeyler giyip mutfağa adımladı. Eline fırın eldiveni geçirip çıkarttığı tepsiyi izledi bir süre. Mis gibi kokusunu içine çekti. Ardından bir saklama kabı alıp yeteri kadar yerleştirdi özenle. Tepside bilerek bırakmıştı biraz. Teyzesi de yesindi. Ne olursa olsun teyzesiydi. Evini açmıştı ona bir kere. Vefalıydı o. Yine de karşılaşmak istemiyordu bu sabah onunla. Hızlıca elindeki kabı poşete koyup dışarı çıktı. Giderken marketten minik dostları için mama almayı da ihmal etmedi. Onlar onun tek dostuydu çünkü.
Güneş bugün bir farklı doğmuştu sanki. Yeryüzüne yaydığı sıcaklığı insanların içine de serpiyordu adeta. Genç kız her zamanki yerine gidip dostlarına aldığı mamaları ve suları verdi. Sonraysa yapılacak olan belliydi. Saatlerce burada durup kafa dinleyecek, yanından geçen onlarca insan dönüp ona bakmayacak hatta onu yok sayacaktı. Zaten o yoktu ki. Bir zamanlar nasıl varsa şimdi yoktu.
Yokluğun bile yok oluşu vardır ya, o misal.
Bu seneryo uzun zamandır böyleydi. Hiç değişmemişti. Şimdiyse biri bu düzeni yıkmaya çalışıyordu. Yanına oturan kişiydi bu. Napmaya çalıştığını anlamasa da hemen her gün buraya gelip kendi kendine konuşup gidiyordu. Genç kız ilk defa fark edilmişti, bilmiyordu ki bu hissi. Yanına ilk defa biri oturuyordu mesela. Sebepsizce. Yoktu çünkü o.
Ama biri vardı ve genç kız onun sayesinde az da olsa var olduğunu hissetmişti.
Az kavramı bile öyle çoktu ki oysa.
Yine gelecek mi acaba diye düşündü istemsizce. Bir tarafı gelmesin dedi. Geçenki gelişinde söyledikleri geldi aklına. Kötü niyetli olmadığı belliydi belli olmasına ama kalbi kırılmıştı.
Kalp denen mereti belki de uzun zaman sonra ilk defa hissetmişti. Bu çok şeydi... Acı verici. Evet. Sevmek de kırılmak da özlemek de. Kısaca kalple ilgili her şey acıtıyordu ona göre insanın canını. Diğer tarafı ona inat gelsin dedi. Birinin seninle konuşmasına deli gibi ihtiyacın var, bırak gururu dedi. Genç kız içindeki bu çelişkiye rağmen bomboş gözlerle tam karşıya, ormanlık alana bakıyordu. Başkaları için ne de anlamsız bir şey değil mi?Sahi, insanların yaptığı anlamsız(!) şeyler belki de çok şey ifade ediyordur. Olamaz mı?
Rüzgar'dan
Annem tamam anladım valla alıcam ne istediysen. Beş bininci kez tekrarlamasan mı? Övünmek gibi olmasın ama ben tekte anlayabiliyorum falan.
Her zamanki annemdi işte. Unutmamam için saniye başı tekrar ediyordu evin ihtiyaçlarını. Adımı unuturum onları unutmam kıvamına sokuyordu zalim kadın.
Sus. Çemkirme anneye. Anayım ben ana. Hadi say bakiyim ne alacakmışsın? Anladın mı emin olmam lazım.
Hazır ola geçip tek nefeste saydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lal-ü derûn
ChickLitHiç bir insanın sesine hasret kaldınız mı? Hemde de bir kere bile duymadan. Peki hiç özlediniz mi o hayallerinizdeki eşsiz notayı? Tek bir kelime.... Tek bir kelime çıksın diye o dudaklardan, canınızı feda edebilir misiniz? Ben ederim.