0.2

46 14 9
                                    

✓✓

"Abi!! Orda, orda bir ev var!" Kardeşim zıplayarak parmağıyla bir yeri işaret ettiğinde hızla oraya baktım.

Gerçekten orda bir ev vardı! Hemde aradığımız ev!

"Jaeho.. aferin sana! Bu sefer doğru evi buldun." Jaeho dediklerimle birlikte eve doğru koşmaya başladı.

Kaç saattir yürüyorduk bilmiyorum ama birazdan hava kararacaktı. Yani zamanlamamız gerçekten harika olmuştu. Bende sırtımdaki yüklerin izin verdiği kadarıyla kardeşimin peşinden koştum.

Evin önüne geldiğimde bahçeye açılan küçük tahta parçasını ittirdim.

Burası benim hatırladığım bahçe değildi.

Her yerde Kasımpatı ekiliydi. Yer yer solmuş, biraz da kurumuş ve bazıları da sağlam olan kasımpatıları bütün bahçeyi kuşatmıştı.
Babam buraya mı geliyordu? Bana niye hiç söylememişti peki?

"Abi, çok açım ve çok yoruldum." Jaeho bahçenin arkasından ayaklarını sürüye sürüye geldiğinde gülümsedim ve evin kapısına ilerledim.

"Anahtarı bulmama yardım et o zaman, sen dinlenirken bende yiyecek bir şeyler hazırlarım."

Kafasını sallayıp anahtarı aramaya başlamıştı. Babamı tanıyorsam acil durumlar için burda bir anahtar bırakmış olmalıydı.

Birkaç dakika kapının önünü ve etrafını didik didik aramış olmamıza rağmen anahtara benzeyen bir şey asla bulamamıştık. Jaeho pes edip merdivene oturduğunda gözlerimle bahçeye bakmaya başladım.

Daha dikkatlice inceledim.

Kasımpatıları!

Kapının önünden -çiçeklerin başladığı yerden- onları takip ederek yürümeye başladım evin yan tarafında kesiliyordu. Eğildim kesildiği yerde toprağı eşelemeye başladım.

Elime değen sert cisimle hemen tutup çektim. Anahtar bana selam veriyordu. Bazen babamın bana zorla çözdürdüğü bulmacalar bir işe yarıyordu.

Koşarak Jaeho'nun yanına dönünce bana baktı, elimdeki anahtarı gösterdiğim zaman kocaman gülümseyip sevinçle bağırmıştı.

Vakit kaybetmeyip kapıyı açtım, ve gelecek olan tozlar için kendimi hazırladım. Ama gelmediler. Aksine evin içi fazlaca düzenli ve temiz duruyordu. Fazla üstüne düşünmek istemedim, kasımpatı dolu bahçeden sonra evin içi ikinci bir şok yaratmamıştı.

Hemen ilerdeki odanın kapısını açıp dolaptan yatağı çıkardım. Yere serdikten sonra Jaeho'ya seslendim.

"Burda dinlen sen, ben sana hemen yiyecek şeyler hazırlayacağım. Yakında değirmen suyunun aktığı bir yer vardı, oraya gidip su getireceğim. Korkmana gerek yok tamam mı?"

Kafasıyla onaylayıp hemen yatağa yatmıştı. Sabahtan tam alamadığı uykusu ve yolun verdiği yorgunlukla uyuyakalacağını tahmin ediyordum. Üstünü örttükten sonra ayağa kalkıp kapıyı kapatmadan çıktım. Yanıma aldığım mutfak gereçlerini yerleştirdikten sonra kapının yanında duran büyük çömleği kucağıma alıp evden çıktım.

Su olmadan yemek olmazdı, ve evde su yoktu.

Eğer değişmediyse de suyun aktığı yeri hatırlıyordum hemen gidip gelebilirdim.

Özlediğim yollardan geçerken gözlerim dolmuştu. Burdan babamla su taşıdığımız anılar toz zerresi gibi beynimde uçuşuyordu.
Akan göz yaşımı silmeye tenezzül etmedim bu sefer. Belki akmasına izin verirsem acımda onunla birlikte giderdi.

Su sesini duymaya başlayınca adımlarımı hızlandırdım. Kısa süre sonra görüş acıma giren suyla hızla oraya gittim. Elimdeki çömleği kenara koyup içmeye başladım.

Susamıştım. Gerçekten fazla fazla susamıştım.

Gelirken yanıma aldığım sudan sadece birkaç yudum içmiş geri kalanını Jaeho'ya vermiştim. Susuzluğumun geçtiğini anlayınca çömleği aldım ve içine su doldurdum.

Doldurduğum suyu toprağa döktükten sonra tekrar su doldurdum ve yapabildiğim kadar içini çalkalayıp tekrar döktüm.

Babam bana bunu 3 kere yapmamı yoksa içinin temizlenmeyeceğini söylemişti. Hâlâ hatırlıyordum.

En sonunda götüreceğim suyu doldurunca ayağa kalktım. Çömleği almak için eğildiğim sıra arkamdan gelen yaprakların ezilme sesiyle elimde çömlekle yavaşça doğruldum.

Bir hayvan arkamda şu an saldırmak için bana bakıyor olabilirdi.

"Sen.. Üstat Han'ın oğlusun değil mi?"

Duyduğum sesle arkamı döndüm. Belinde takılı olan kılıcıyla bana bakan çocuğa baktım. Bu çevrede insan olmayacağına emindim. Eğer evet benim dersem, yaşama ihtimalim kaçtı?

Ya babamı öldürenlerden biriyse? Beni de öldürmek için geldiyse?

"Ben babanın öğrencisiyim, korkuttuysam özür dilerim. Adım Lee Minho." Elini uzatmak için hamle yapmıştı ama kucağımda ki çömlekle karşılık veremeyeceğimi anlayınca geri çekmişti.

"Babam uzun zamandır ders vermiyor."

Kaşlarımı çatıp söylediğim şeyle kafasını eğip hafifçe gülümsemişti.

"Gerçekten babanın bahsettiği gibi birisin. Şüpheci ama savunmasız. Az önce baban olduğunu kabul ettin eğer onu öldürenlerden biri olsaydım şu an seni yakalamıştım."

Dediği şeylerle geri adım atmıştım. Olmadığını söylüyordu ama insanlara güvenemezdim. Onu tanımıyordum. Nasıl biri olduğunu, neden ormanda olduğunu, ya da babamın onu neden eğittiğini bilmiyordum.

"Beni hatırlamıyor musun? Cenazeye gelmiştim."

Dediklerini düşününce hatırlamıştım, o sıra duygusallığımın ve şokun en dip noktasını yaşadığım için çok dikkat edememiştim ama, bu kasımpatıyı bırakıp giden çocuktu. Yüzümüze bile bakmayıp sadece babamın naaşına selam verip hızlıca evden kaçan o çocuktu.

"Hatırlıyorum." Kafasını salladı ve gözlerime baktı. Çattığım kaşlarım kendiliğinden düzelmişti. Rahatsız olmuştum, kucağımdaki su yüzünden daha da ağır olan çömleği iyice kavrayıp kafa selamı verdim ve gitmek için arkamı döndüm.

"Jisung.. eğer bir şey olursa, ben buralardayım."

Babamın ona beni anlatmış olmasından adımı bilmesini garipsemedim. Neden ormandasın? Neden ordu da değilsin? diye sormak istiyordum fakat bazen merak yersiz olabiliyordu.

Bu sefer yine sorularımı kendime saklayacaktım. Evde beni bekleyen bir kardeşim vardı. Bir yabancıyla burada vakit kaybedemezdim.

By: kookieshly
Word: 743.

krizantem •minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin