***Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin?
Hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar?
Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var;
Kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin...
Bir yelkenliyim şimdi ben senin limanında
Fırtınalardan geldim sende dinleniyorum....
Evin içinde çalan hafif müzik ruhumu tüm günahlarımdan arındırmama yardımcı okurken, aynı zamanda hazırlamış olduğum kahvaltı masasına son birkaç şeyi koyuyordum.
Dünden kalan üstümüzde ki yorgunluk sebebiyle hala uyuyan jeongguk ve küçük çocuğu uyandırmak için yatak odasına doğru gittiğimde birbirlerine sarılarak uyuyan bedenler görmem şu hayatta mutluluğumu hissettiğim nadir anlar arasına girmişti bile.
Sesimden bile duyulan o neşeyle yataktakileri uyandırmaya çalışmam fakat uyanmamak için yorganın altına saklanan iki küçük bebeği, son çare olarak gıdıklamaya başlamıştım.
"Sizi uykucular, hemen şuan kalkmazsanız masada ki her şeyi ben yerim baştan söyleyeyim."
"Hyung bırak da uyuyalım, ya hem o da uyumak istiyor baksana."
Yanında büyük gözlerle bize bakan çocuğun yanaklarını sıkıp, yanağına kondurduğu minik öpücükle çocuğun gamzeli gülüşünü ortaya çıkarmıştı.
"Bakın ben size söylüyorum tamam mı, şimdi hemen kalkmazsanız hepsini yerim. Sonra mızmızlanmak yok açız diye."
Daha fazla bir şey söylemeden odadan çıkmış, peşimden gelen ayak sesleriyle gülümsemiştim. Şuan yaşadığım şeylerin bende ki değerini bilebilir miydiniz? Ah, tabiki bilemezsiniz, benimle aynı hayatı yaşamadınız ki değerleriniz aynı olsun. Küçükken aileleriniz sebebiyle ayrı kaldığınız aşkınız var mıdır mesela? Ya da ara sıra daha sonra yaşayacaklarınızı bile bile sevdiğiniz çocuğun yanına kaçıp hayaller kurdunuz mu? Sanmam.
Benden beni anlamanızı beklemem, bekleyemem. Daha kendim bile çözemiyorken kendimi, başkalarının anlamasını beklemek bencillik olur. Ya da belki böyle değildir, belki birileri sizi anlamaya çalışıyordur. Ama ben bilmiyorum ki bunu, hiç kimse bırakın beni anlamayı vaktini ayırıp dinlemedi bile. Ama nolur bir kere dinleyin beni, belki o zaman boğulmanın eşiğinde ki aciz benliğimin attığı çığlıkları duyarsınız.
Küçükken gerçekleşmesini istediğim birçok şeyi yapıyorum şimdi. 20'lerimde doğuyorum tekrardan, fakat bu 2.şans bana mutluluk dışında her şeyi bahşediyor. Acı, kayıplar, kirletilmiş hayaller ama kesinlikle sevinç, şükran değil. Attığım bu kahkahaların hiçbiri sevince dair en ufak kırıntıya ev sahipliği yapmıyor. Yıkılan evimin ardından herkes terk etti şehri, ama ben hâlâ o harabenin altındayım.
Nefes almam gittikçe zorlaşıyor son günlerde, almak istediğimden de emin değilim gerçi. Enkazın altında ki karanlık tıpkı umutsuzluk gibi sarıyor dört bir yanımı. Yakınlardan bir yerlerden duyuyorum, ölüm kokusu geliyor. Sevdiklerimi görüyorum, pardon pardon göremiyorum. Gözlerimi bile açamıyorum, ağır geliyor göz kapaklarım bitikliğime. Ama hissediyorum benimle birlikte bu evin altında ki laviniaları.
Kalemi dahi zorla tutuyorum artık elimde, o da avucumdan kayıp giderse yok olurum."Taehyung ona isim koyalım, ismini sordum ama cevap vermiyor. Bak ben diyorum ki min olsun hem anlamı da çok güzel. O da cennet gibi kokuyor zaten."
Heyecanla söylediği isme gülümseyerek onaylar anlamında kafa sallayıp, oturduğum yerden kalkarak yanlarına gidip ikisine de kocaman sarıldım. Sanki sıkıca tutmazsam uçup gidebilirler elimden. Kokularını derince içime çekerken soyutlanıyorum dünyadan. Nasıl olur da aynı kokabilir benim bebeğimle.
Dışardaki soğuk ve buzlu hava içimi huzursuz ederken, bunu onlara yansıtmamaya çalışarak alıp götürüyorum mutfaktan. İlk kez aile hissini tatmış gibi hissetmemden kaynaklı olsa gerek oturup film izlemek istiyorum, resim çizmek istiyorum ama asla vaktimizi boşa harcamak gelmiyor içimden.
Küçük ama yuva hissi veren evimizin oturma odasına gidip, koltuğumuza oturuyoruz. Min'in eline verdiğimiz çilekli sütü, jeongguk'un yediği ve ara sıra benim ağzıma da tutuşturduğu patlamış mısırı, tv'de ki film ile tam olarak huzuru son demlerine kadar yaşıyorum.
Merakla hiçbir saniyesini kaçırmamak için gözlerini filmden ayırmayan min ve jeongguk'a bakarken ne kadar benzediklerini fark ediyorum o an. Büyük gözleri, tavşan dişleri ve ara sıra burunlarını kıvırarak gülmeleri fazla güzel geliyor bir an.
Geçen 2 buçuk saatin ardından biten dizinin uyuya kalması nedeniyle çoğunu izleyememiş min'in aksine hala sonuna şaşıran jeongguk başından beri onu izlediğimi fark etmesiyle min'i uyandırmamaya özen göstererek yanıma gelip kucağında ki yerini almıştı bile.
Göğsüme dayadığı kafası ve kollarını sardığı bedenime iyice sokulmuş, sanki bir şeylerden mayışmış gibi ara sıra çıkardığı mırıltılar ile sanki daha gidebilicek yer varmış gibi daha fazla sarılmaya çalışıyordu. Bebek kadar yumuşak ve güzel kokan saçlarına kafamı gömüp, koklayıp öpücükler konduruyor belinde ki elimle de bel boşluğunu yavaşca okşuyordum. Kendime zor da olsa gelebildiğim de hala göğsümde olan kafasını okşarken konuştum.
"Bebeğim, uzun zamandır seni çizmiyorum. Hadi kalk da çizeyim hm?"
Sanki üstünde ki o uyuşukluktan hala tam olarak kurtulamamış gibi sadece benim duyabiliceğim bir sesle onaylayıp kafasını geri yerine koymuştu. Kucağımdan inmesi gerektiğini söyleyip min'i yatağına götürüp, geri odaya gelip jeongguk'u kucağıma alıp resim eşyalarımın olduğu yere getirmiştim.
Karşısında oturan güzel oğlana bakmayı kesemiyor, tuvaline dokunmak aklına dahi gelmiyordu. Binbir ressamın birlesip resmedemeyceği güzelliği bir tuvale sığdırma düşüncesi saçma gelse de, sanki onun kendisine ait olduğunu ve güzelliğini bu gidici dünyada somutlamak isteme düsüncesi ile fırçasını eline alabildi sonunda genç oğlan.
Ay ışığının aydınlattığı küçük ama yuva hissi veren odada kim taehyungun en güzel manzarası karşısındaki küçük koltukta oturan ve resmedilmeyi beklerken ara sıra da genç oğlanın üstünden gitmeyen bakışları nedeniyle o güzel gülüşünü ortaya sermesiydi.
Aşkları o kadar güzel bir bağla kurulmuştu ki aralarına ne başkalarının girmesine ne de üzüntülerin, kırgınlıklarının girmesine izin vermiyorlardı. Gecmiste yapılan hatalar büyük sonuçları doğurmuş olsa da kim taehyung mutlu olmanın formülünü sevgilisinde bulmuş ve onu içine bir yerlerde kopmaz bağlarla bağlamıştı.
Genç oğlan içi içini yese de minik sevgilisinden gözlerini çekebilmiş ve onun için dünyanın en kıymetli parçalarından biri olabilicek tuvale dönüp sıra sıra adımları yaparak tuvali tamamlıyordu. Bitmeye yakın tuvale bir kaç daha ayrıntı ekleyip şövaleden çıkarıp sevgilisinin yanına gitmişti.
Tuvaldeki jeongguk'un kapalı gözlerinden yaşlar süzülürken dökülen yaşların üzerlerine lavinialar kondurmuş, hafif aralık olan ağzından gözüken tavşan dişleriyle, çevresindeki soğuk kışı andıran buzlar ve mavi gri karışımı renk ile tuval kusursuzluğun tanımıydı.
Sevgilisinin elinin de değmesinin büyük sebebi olan bu güzel tuvalden gözlerini alamayan küçük çocuk teşekkürünü belirtmek için elindeki tuvali yanlarındaki masaya bırakmıs ve heyecanla biricik sevgilisinin üzerine atlayıp boynuna sarılmıştı.
Büyük olan minik bebeğine kondurmayı bitiremediği öpücükleri dizerken beğenmesine sevinmiş ve bu tuvali de tamamen onun resimleriyle dolu olan odaya koymuştu.
Kim taehyung yaşadıkça ne bu odaya eklenen tuvaller son bulucak ne de jeon jeongguk'un sonuna kadar hissettiği o sevgi ve korunma hissi biticekti.
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜLER EVİ
FanfictionVe hikaye aşk uğruna tükenmiş hayatlarla, bir daha yeşermeyecek olan lavinialar ile son buldu.