2

74 2 5
                                    

narin bulmuştu kendini. Bardağın kulpuna iki parmağını geçirdi, şahadet parmağını karasız bakışlarla kitapların sırtına sürdü. Hiçbirini incitmek istemiyor, tüm düşüncelerinden arındığına inanıyordu. Aslında kısık olan sesi sofaya doğru yankı yaptı, kendi kendine konuşur gibi oldu. Hemen kenardaki cama ilişti gözleri. Aynı kalıptan çıkma giysileri giyen gençler çıkmaz sokakların kölesi olmuşlardı. Bedenleri kuru, ayakları irice, kemikli yüzleri adeta iki ayrı elementti. Gün ışığı neredeyse yanık yanık karışıyordu insanın etlisine sütlüsüne. Bu saatte dışarı çıkmak manavcılıktan öteye geçmezdi, zaten öyle yapmayı da tercih etmezdi. Komşularıyla bile içli dışlı olmaz, kapı deliğiyle meşgul olur, gitmelerini beklerdi. Sessizliği hayata en büyük haykırışıydı aslında. Kendi denizinde kulaçlarıyla boğuluyor. Gözleri incelemeye devam ediyor. Şapkası yamalı bir adam köşedeki bakkalla bir şeyler konuşuyor, şapkasını kulağına kadar kapatan adam yağmurun habercisi mi ne? Hızla serpilmeye başladı damla damla, derken hızlandı, etrafta sıçan gibi ıslanmış ve bir yerlere kaçmaya başlayan insanlar. Ucuz şemsiyeler bir döneklik yapmayagörsün nasıl da sindirilemiyordu onca zaman. Buz mavisi gökyüzü canhıraş türküsünü çalmaya başladı. Bir iniltidir kapladı dünyayı, zonklayan şakakları yerinden bıkmışçasına dizinin kapağına göç etti " Ahirim sensin" fısıltısıyla. Deve tüyü renginde bir kitap seçmişti daha sonra da incelikle seçtiği kuşe kağıda basılı kitabında son noktayı buldu. Sayfaya akan bakışları yorgunluk kokuyordu buram buram. Ne yapacağını kestiremeyerek son damlayı bardağına pay etti. Gözlerindeki hafif ağrı çekilebilir bir nara atmasına sebebiyet verdi. Kendi ruhundan soyutlanmak istercesine iskemleye yerleşti. Kasabaya bu sefer daha erken gitmesi gerektiğini düşünerek portakal renkli iskemlesine yaslanarak kitabını okumaya başladı. Tuhaf bulduğu yazılara değişik ses tonunun kremasını katarak daha marjinal sesler çıkarıyordu. Maladaptive hastalığı baş gösterdiğinden beri sık sık hayaller kuruyor, kendine bakmıyor, öksürüyordu. Yerinden kalkıp diğer odaya geçtiğinde ekoseli uykuluğunu haşin bir edayla yatağına fırlattı. Ölçülerine uygun özel dikim olan takım elbisesini, yavaşça kollarına aldı, kravatların içinden şampanya renginde olan birini seçti. Gömleğin yakasını düzeltirken, kollarını birine veda edercesine hüzünle uzattı. Sonrasında özel olarak ısmarladığı gül suyunu bileklerine boca etti. Şakakları aniden zonklayınca, kalp atışlarını duyar gibi oluyor, kendi kendinin doktoru oluyordu. Bordo iskemleye oturduğunda gözlerini kapattı aniden, askıdaki tayyörü görmüştü en son. Kasabanın dinginliğinde ilerlerken artık yalnızım. Mutlu bir ölüm sesi dört duvara arasında yankılandı durdu. Saçları eskisine göre epeyce aklaşmış adam... İçten bir selam verdi ihtiyara, hasta kadın. Akıbetler ortadaydı besbelli. Tayyörleri arasından takım elbisesini üzerine geçirince derin bağlara kurban olurdu. Bu tarzda giyinen akıl hocasını daha bilgili ve erdemli bulur eski günlere imrenirdi. Durucasına bakan gözleri kısıldı, şimdi akıl hocasını eskisi gibi bulamamıştı. Kasabadaki han ağır zerdeçallar kokmuş, ihtiyar kendini kitaplara adayamaz olmuştu. Uzun adımlarla yürürken, iskarpinleri hanı yankılandırdı. İhtiyar yalnızca gülümsüyordu. Güldüğü zaman kısa kahkahaları anlık ilgiyi üzerine çekebilirdi, farklı bir korku ortalığa hakim oldu. Burun kanatları eskisi gibi açılıp kapandı. Çil çil konservelerin etrafa yaydığı kokuydu bu. Böğürdükten hemen sonra, etrafında gördüğü konserveler onlar olmalı diye düşündü. Neyse ne, ama hayalimde ne işleri var? Etrafı inceliyor, akıl hocası yerinde yok. Tepesi atınca şakakları daha da hızla zonklamaya başlıyor. Hiç olmadığı kadar endişeli. Düşünmesi gerek fakat ölgün kurbağa karşısında, yine aynı renkte, gözleri kocaman, ayakları uzunca, yapışık derisi benek benek. Sırt bölgesinde derin yaralar olan kurbağa bu sefer daha derin bakıyor. Olmamalı, hayallerimde olmamalı! Artık düşünemiyor yalnızca nefes alıyor ve kurbağaya bakıyor ,dalağı şişmiş. Akıl hocası yok, gözlerini açmaya çalışıyor, açamıyor, uyanmalı, mutlaka uyanmalı. Eskilerden kalan tek şey kusursuz bergüzarlar. Belki de uyanmamalı, karanlık bir ölüm bu olsa gerek. Bedenler kuruca, ayaklar irice...

KUL DÖNMESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin