5

32 9 5
                                    

Şafak sökerken yüzüme vuran ışıkla uyandım. Kol saatime baktığımda saatin altı olduğunu gördüm. Yerimde doğruldum. Boynum biraz tutulmuştu ancak iki koltuğu kaplayınca sıradan bir otobüs yolculuğundan daha az yorucu olmuştu. Etrafıma bakınca diğerlerinin de uyanıyor olduğunu fark ettim. Josh, el frenini çekip bize doğru seslendi. "Daha fazla süremem, zaten kıyıya varmamıza 1 saat kaldı. Yol boş olunca 200'le basar gideriz."

Hemen hemen hepimizin ehliyeti vardı ama otobüs sürmesini bilmiyorduk. Josh kalkarken şoför koltuğuna Hope oturdu. Üzerinde hala Wasp kostümü vardı. "Ben minibüs sürmesini biliyorum, çok farkı yoktur herhalde."

Bence çok farkı vardı ama bunu dillendirmedim.

"Biraz dursak mı?" Dedi Emily, geçen gece bana laf sokan kızdı bu. "Hiçbirimiz dün akşamdan beri bir şey yemedik. Beni de biraz otobüs tutuyor." Dedi. Son cümleyi utanarak söylemişti. Hope, oturduğu yerden kalkıp Bucky'ye baktı. Bucky, gözlerini ovuşturup dağılan saçlarını düzeltmeye çalışırken baş parmağını kaldırarak onay verdi. Onun lider olması bana hala garip geliyordu.

Peter, Hope'tan önce kendisi konserveleri almaya gitti. Ben de bir işe yaradığımı hissedeyim diye yaralılara bakmaya gittim. Çoğunun sargılarının değiştirilmesi gerekiyordu, onun dışında bir şeyleri yoktu. Peter konserveleri dar koridora bırakırken ben de küçük odacığa su almaya gittim.

İçeri girince 1.60 olan ben bile eğilmek zorunda kaldım. Su kolilerinden ikisini üst üste koyup kucakladığım sırada kenardaki beyaz tahta kalemini fark ettim. Muhtemelen birisi lazım olur diye almıştı ve lazım da olacaktı. Onu da yanıma aldım.

Geri döndüğümde herkes uyanmış, konserveler dağıtılmıştı. Ben de suları dağıttım ve kalemin kapağını açıp diğerlerinin dikkatini çektim.

"Size bir şeyler anlatma sözüm vardı." Dedim ve diğerleri bana bakarken camın üzerine kalemle çizik attım. Elimle sildiğimde gidiyordu, bu iyiydi.

"Her ne anlatacaksan en başından başla." Dedi kalabalıktan birisi. Başımı salladim. Cama bir dikdörtgen çizdim. "Bu bina her şeyin başladığı yer, Stoll Healt Industries tıbbi araştırma hastanesi." Sedyede yatan iki çöp adam çizdim. "Bunlar da beyin tümörü olan iki hastamız, Lucy ve Chris. Hastalar büyük ihtimalle öleceğini düşünen iki gönüllü denekti, bu yüzden deney konusunda daha serbesttik. Kısacası, onlara defalarca röntgen çekip etkisi ne oluyor diye radyasyonlu odalarda saatlerce beklettiğimiz oldu. Tümörün alabileceğimiz kadar küçülmesine de yardımcı oldu ve en sonunda ameliyata aldık."

"Yani?"

"Önemli kısım burası. Hastaların ikisini de gözlemleyebilmek adına aynı anda ameliyata aldık ama kafalarını açar açmaz, kalp atışları yavaşlamaya ve yeşil bir duman salgılamaya başladılar. Doktorlar zehirlendi ve bütün olaylar buradan doğdu. Beş doktordan dördü ölüp de biri yaratıklardan birine dönüştü ve onun aracılığıyla, hastanenin tamamına virüs bulaştı. Babam ve ben kaçtık ve babam da kayboldu."

"Her şey siz ve aptal deneyleriniz yüzünden oldu, öyle mi?" Dedi Emily. "Siz biraz daha ünlü olup daha çok kazanın diye dünya yok oluşa sürüklendi! Sende bir şeyler olduğunu biliyordum ama bu kadar bencil olacağını hiç düşünmemiştim."

"Tedavi işe yarayacak olsaydı bunları diyemezdin bence. Hele de SHE bu kadar hastalığa çare bulmuşken." Dedim alaycı bir şekilde. Çizdiğim saçma sapan şeyleri elimle silip bir başlık attım. "Yaratıklar hakkında bildiklerimiz.

"Her beş enfekteden birinin yaratığa dönüştüğünü tahmin ediyorum, elimizde daha iyi bir oran yok. Ayrıca sığınaktakileri saymazsak on tane falan enfekte gördüm ve bunların üçü iradesi yerinde gibi görünüyordu. İradesi olanlar gözümün önünde on tane falan insan yiyen tiplerdi, bu yüzden karnı doyanların kafası çalışmaya başlıyor muhtemelen. Ancak gerçekte olduğu kişi gibi davranıyorlar."

"Konuşanlardan çoğumuz gördük. Bazıları tanıdığımız kişiler gibi davranıp bizi öldürmeye çalıştı. Öylelerinin kolunda bir damga var." Dedi genç bir kız. "Bu yüzden dün sabah bana kolumu gösterttin." Dedim Bucky'ye farkındalıkla.

"Sen devam et."

"Deli kuvveti dedikleri bir güçleri var ve bildiğimiz kadarıyla virüs ya cesetlerden yayılan dumanla ya da kan yoluyla yayılıyor." Ekleyecek bir şeyim yoktu. Bir konserve açıp bütününü ağzıma tıktım.

"Biliyorum, çok önemli bir konuşma içerisindeyiz ama tıkırtılar duyuyorum. Lütfen yapan kişi şunu kesebilir mi?" Dedi Peter masumca. Onun duyuları bizden çok daha gelişmiş olunca haklı olarak rahatsız oluyordu. Hiçbirimiz hareket bile etmedik ve bu defa tıkırtıları biz bile duyuyorduk.

"Hope, direksiyona geç!" Dedi Bucky yüksek sesle. Sharon eliyle otobüsün ön tarafını gösterdi. "Otobüsü parçalıyorlar. Çalışmayacak."

"Sikeyim." Dedim kendi kendime. Görmemiştik çünkü direkt olarak motorun olduğu yere yönelmişlerdi. Biz arkalarda oturuyorduk. Hepimiz otobüs çalışsın diye umarken Hope başını iki yana salladı. Bucky etrafı gözlemleyip kalabalığa seslendi. "Silahlar ve sargı bezi dışında hiçbir şey almayın. Kaçıp başka araç bulmak önceliğimiz. Peter, Hope, yaralıları bir çatıya çıkarın bunlardan kurtulur kurtulmaz bizi takip edin."

Koltuğun üstüne dizilmiş silahlardan birini alıp belime takarken Bucky kolumu tuttu. "Yaralı kategorisine dahilsin. Peter'la gideceksin."

"Saçmalama. Arkada bacağı kopan bile var ve ben mi yaralıyım? Acı hissetmiyorum bile, savaşabilirim."

"Sen bilirsin, bu defa senin için dönmem."

Cam kırma şeysini alıp cama vurduğumda hepimiz dışarı atladık. Hope ve Peter, pelerinle beraber çoktan yükselmişlerdi ve yaratıklar da yanımızda bitmişlerdi. Üzerime doğru gelen yaratığa silahımın kabzasıyla yapıştırdım. Teksaslıyım ulan ben.

Etraftan sürekli silah sesleri gelirken Bucky bize seslendi. "Koşun! Bunlarla oyalanamayız."

Onun peşinden giderken diğerleri gibi arkamdakilere sıkıyordum. Ama içlerinden bir tanesi, adeta beynimi durdurmuştu.

"Baba?"

"MADELİNE! Ne duruyorsun?" Bucky'nin bağırışıyla kendime gelip tekrardan koşmaya başladım. Kulağımın yanından geçtiğini hissettiğim bıçak, genç kıza gelmek üzereydi ki ben de kendi bıçağımı fırlattım ve havada çarpışan bıçaklar hedefe ulaşmadan yere düştü. Kız bana şokla bakarken ona bağırdım. "Koşmaya devam et."

Tam o sırada Peter ve Hope'un bize doğru geldiğini gördüm. Yaralılar, bir şekilde uçan pelerinin üzerine yığılmıştı ve şimdi de en yavaş olanları topluyorlardı. İleride gördüğüm okyanus, beni çok umutlandırmıştı ancak yine de uzaktık. Peter bize seslendi. "Koşmaya devam edin. İleride anahtarı üstünde bir metrobüs var."

Koşarken bir yandan da sayımızı kontrol ettim. 7 yaralının yanında Hope ve Peter vardı. Bizimse altı kişi olmamız gerekiyordu ancak dört kişiydik. İki kişiyi daha kaybetmiştik.

Peter en sonunda ben ve Bucky'yi de alıp metrobüse bindirmişti ki Hope motoru çalıştırıp yola koyuldu. Arkamızda kalan yaratıklara bakarken kendimi suçlu hissediyordum. Babam bir yaratığa dönüşmüştü, iki kişi daha ölmüştü ve yapabileceğim tek bir şey yoktu. Okyanusun mavisi yaklaştıkça bunun suçluluk değil, hayatta kalan ben olduğum için sevinç olduğunu fark ettim.

Ölmeyi DileHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin