6

477 62 29
                                    

kamp biteli ve herkes gündelik hayatlarına geri döneli neredeyse iki hafta olmuştu. bu süreçte jake yine sunghoon'u darlamaktan vazgeçmemiş, sunghoon ise kamp bitince eski ketum hâline döneceğini defalarca kez vurgulamasına rağmen kampta nasılsa öyle davranmaya devam etmişti.

esasen sunghoon ne kadar soğuk ve ketum biri gibi görünse de öyle değildi. aksine kendi içinde fazlasıyla samimi bir insandı da fakat geçmişte bu samimiyeti ve iyi niyetinin ona çok iyi getirileri olmadığından tüm sempatik yanını içine gömmeyi tercih etmişti. birine sahiden güvenmediği sürece mesafesini her zaman korurdu. kimsenin kalbini kırmaktan da hoşlanmazdı, jake'in kalbini de hiçbir zaman kırmak istememişti ve hatta öyle görünmese bile kırmamak için özel bir çaba sarf etmişti de. sunghoon dışarıdan ne kadar kaba saba görünüyorsa o kadar düşünceli biriydi içinde.

jake de bunu biliyordu. yoksa en başından sunghoon'u asla sevmezdi, sevse bile ona bu kadar uzun süre takılı kalmazdı. sunghoon'a da söylediği gibi; kim kimi üç sene boyunca yüzü için severdi ki? hiç kimse. en azından jake sadece güzel bir yüze sahip diye üç sene birini atlatamayacak biri değildi. o tamamen sunghoon'da gördüğü o herhangi bir isim veremediği şeyi sevmişti, her ne kadar sadece bir kere görmüş de olsa.

şimdiyse sunghoon, jake'in evine gidiyordu. aslında heeseung'ı görmek için gidiyordu fakat jake bunu bilmiyormuş gibi davranarak kendi kendine mutlu olmaya çalışıyordu. arada ikinci kattaki odasının penceresinden bahçeyi kontrol ediyordu çünkü sunghoon'a kapıyı açan kişi kendisi olmak istiyordu.

ancak o kendi içinde bunu planlarken bir anda çalan telefonu dikkatini dağıtmış ve camdan ayrılmak zorunda kalmıştı. hızlıca telefonuna yönelirken ekranda gördüğü jungwon'un ismiyle oflayıp aramayı cevapladı.

"ne var? çabuk söyle."

"hayırdır, babanı mı siktik? ne bu tavırlar?"

"uzatma da söyle jungwon. işim var."

"ya senin ne işin olabilir ki?"

"var işte, söylesene derdini kardeşim," dedi jake sabırsız bir sesle. kapıyı açamayacak diye ödü kopuyordu ki tam da bu ihtimali düşünürken kapı çalmıştı. jake telefonuyla pencerenin önüne koşarken bir yandan da jungwon'a odaklanmaya çalışıyordu fakat kapının önünde gördüğü sunghoon yüzünden bu pek de mümkün değildi.

"bugün bir şeyler yapalım diyorduk bizimkilerle. ne yapsak? sen bulursun bir şeyler. alo? jake? konuşsana. neredesin oğlum?"

"bugün olmaz, yarın yaparız. hadi görüşürüz."

jake telefonu herhangi bir cevap vermeden kapattığında hızlı adımlarla alt kata koştu fakat nafile. heeseung hyungu çoktan kapıyı açmıştı. bu saatten sonra sunghoon'u görebileceği başka fırsatı olmadığını bilerek adımlarını yukarı yöneltti ve oflaya puflaya odasına girip müzik dinlemeye başladı.

***

jake kaç saattir odasında müzik dinleyip twitter'da -aslında X fakat jake twitter demekte ısrarcıydı- dolaştığını bilmiyordu ama en sonunda gözleri ağrıyıp canı sıkıldığında telefonu bırakıp lavaboya girmek üzere yatağından kalktı ve odasından çıkıp hemen yan taraftaki kapıya ilerledi. kapıyı açmak için kolu indirdiğinde kilitli olduğunu fark edip duraksadı. alt katta bir tuvalet daha vardı ama jake oraya gidemeyecek kadar üşengeç biri olduğundan elbette içerideki kişinin çıkmasını bekleyecekti.

tuvalet kapısının hemen karşısındaki duvara yaslanıp eşofmanının cebine koyduğu telefonunu çıkardı. amacı tuvaletteki her kim ise o çıkana kadar telefonunda oyalanmaktı. arkadaşlarıyla olan gruptan gelen "kahpe jake" başlıklı birkaç bildirimi kontrol edip instagram'a girdi. gelen takip isteklerine bakıp çıkacağı sırada kapının kilit sesini duydu. hızlıca telefonun ekranını kapatıp yeniden cebine attığında "çok şükür," diye geçiriyordu içinden.

when you looked at me, jakehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin