27

665 64 124
                                    

nber. bu da upuzun bi bolum oldu
uzulmemeniz icin elimden geleni yaptigima emin olabilrsinz ☝🏼
her ne ise.
yorumlarinizi beklemekteyim 😖 umarim begenirsiniz
iyi okumalarrrRr 🖐🏼
-

jake, sunghoon'dan aldığı mesaj sonrasında aceleyle diğerlerine bir şeyler uydurarak eşyalarını da alıp evden çıkmış ve müstakil evin önünde park edilmiş arabaya yaslanan sunghoon'la göz göze gelmişti. sunghoon kollarını önünde bağlamış, bir ayağını sinirle titretirken jake'in onda daha önce görmediği bir ifadeyle esmer oğlana bakıyordu. jake omurgasından tüm vücuduna yayılan bir titreme hissederken kucağındaki çantasına daha sıkı sarılmış ve gergince yutkunmuştu. korkuyordu çünkü sunghoon'u hiç bu kadar sinirli görmemişti. hoş, sunghoon olumsuz hislerinin hiçbirini ona yansıtıyor değildi ya, neyse.

jake yaptığı hatanın farkındaydı ve bunu düzeltmesi gerekiyordu ama ne yapabileceği konusunda en ufak fikri yoktu. korkak adımlar ve çekingen bir tavırla sunghoon'un yanına doğru adımlamaya başladı. aralarında birkaç adımlık bir mesafe kala sunghoon göz temaslarını kesmeden başıyla yaslanıyor olduğu arabayı işaret etti binmesini kast ederek. ardından arkasını dönüp sürücü koltuğunun olduğu tarafa doğru ilerledi ve kapıyı açarak bindi. jake de onun arabaya binmesinden sonra hareketlerini hızlandırıp acele acele yolcu koltuğuna yerleşti ve hemen emniyet kemerini taktı. arabada var olan gergin havayı yok saymaya çalışarak derin bir nefes aldı. birkaç dakikalık sessizliğin ardından sunghoon anahtara uzanıp çevirdi ve motoru çalıştırdı. jake göz ucuyla ona baktığında dilini yanağının içinde sinirle yuvarladığını gördü ve inanın, bu onun stresini on katına çıkardı. sunghoon, jake'in eşyalarını alıp arka koltuğa fırlatmasının ardından sürmeye başladığında sessizliğini korudu, zaten yalnızca bir sokak ilerledikten sonra sunghoon ıssız ve çıkmaz bir sokakta arabayı durdurmuştu. hâlâ rei'in evine oldukça yakınlardı.

sessizlik sürdü.

bir dakika, üç, beş, on dakika ve bu süre sonunda on beş dakikayı bile geçtiğinde sunghoon, jake'e döndü. jake de ne kadar istemese bile ona bakmak zorunda hissederek dakikalardır camdan dışarıyı izleyen gözlerini sunghoon'a çevirdi. beyaz tenli oğlanın sinirinden hiçbir şey eksilmemiş gibi dururken aksine sanki az önceye kıyasla çok daha sinirli gözüküyordu. jake stresten bayılabileceğini düşündü. o kadar gergindi ki alacağı tepkiyi kestiremediğinden ağzını açamıyordu bile. resmen kitlenip kalmıştı.

"demek artık yalan da söylüyorsun?"

sunghoon'un sözcükleri ağzından sakin bir ses tonuyla dökülmesine rağmen jake onlara yüklenmiş siniri hücre çekirdeklerine kadar hissetmişti. ne diyeceğini bilemeyerek karşısındakinin yüzüne korkak bakışlar atmış, sessizliğini korumuştu. bu sunghoon'un sinirlerini daha da bozarken "jake cevap ver bana," dedi aynı ses tonuyla fakat yine bir cevap alamadığında "konuşsana!" derken sesi artık ne kısıktı ne de sakin. jake, sunghoon'un aniden bağırmasıyla irkilmiş ve gözlerini refleksle kapatmıştı. açtığındaysa mümkünmüş gibi çok daha sinirli bir ifadeye sahip oğlanla yüzleşmek onu pek de rahatlatmamıştı. bu sunghoon'un jake'e ilk bağırışıydı.

sonunda "sunghoon hyung, ben.." diye başladı konuşmaya. "özür dilerim, gerçekten. bu kadar kızacağını düşünmemiştim."

"bu kadar kızacağımı düşünmemiş miydin?" sunghoon histerik bir şekilde güldü. "nasıl düşünesin, doğru. kızılacak bir şey yok sonuçta. amına koyduğumun evinde senden hoşlanan ve daha tanımadığım bilmem kaç tane elemanla kalacak olman, üstelik bunun hakkında bana yalan söylemen kızılacak şeyler değil." kelimeler sunghoon'un ağzından öyle bir nefretle dökülmüştü ki jake sanki öncesinde biliyormuş gibi ne yapacağını daha da bilemez bir hâle gelmişti. gözleri yanmaya başlarken gözyaşlarını tutmaya çalışarak başını eğdi. suçluydu ve ağlayarak suçunu örtbas edemezdi. ağlamayacağına emin olduğunda kafasını kaldırıp sunghoon'a baktı.

when you looked at me, jakehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin