11

518 57 20
                                    

hava kararmaya yüz tutmuşken ve salonu loş birkaç ışık aydınlatırken heeseung'ın arkadaşları hâlâ evlerine dönmeye niyetli değil gibilerdi. belki çoktan kalkıp evlerine gitmiş olmalıydılar –çünkü ikiden beri buradalardı ve şu an saat yediyi biraz geçiyordu– fakat heeseung'ın ebeveynlerinin ve jayoon'un evde olmayışı onları yatıya bile kalabilecek bir yüzsüzlüğe davet ediyordu. yüzsüzlüktü çünkü heeseung yaklaşık olarak yarım saat önce onları "hadi artık, siktirin gidin evinize," diyerek kovmuştu ama kovulmayı ne fifa oynayan jay ve riki, ne jake'e hangi fotoğrafını hikâyeye atması gerektiğini soran wonyoung ne de atıştırmalıkları tek başına silip süpüren minho pek umursamamıştı. sadece sunghoon bir anlığına başını telefondan kaldırıp tepki vermeye tenezzül etmiş, heeseung'a kısaca attığı ifadesiz bir bakışın ardından yeniden telefonuna dönmüştü. ki aslında bu garipti. sunghoon'un çoktan eve gideceğini söyleyip kalkması gereken saatlere gelmişlerdi ama onun da gitmeye pek niyeti yok gibi görünüyordu. yine de nedense kimse bunu garipsememişti, fark ettikleri bile söylenemezdi.

bu gidişle yatıya gerçekten kalacaklar gibi duruyordu.

"ben kendime kahve yapacağım," diyerek ayaklandı jake wonyoung'ın yanından. sonunda hikâyeye atmalık bir fotoğraf seçme işini tamamen halledebilmişlerdi. "kahve isteyen var mı?"

"ben istiyorum," dedi riki. "sütlü ve şekerli olsun. bir de karamelli olursa sevinirim."

"ketçap mayonez de olsun mu hayatım?" diye söylendi jake gözlerini devirirken ama oyuna odaklanmış riki'den herhangi bir cevap alamadı. diğerlerine dönüp tekrar sordu. "başka isteyen yok mu? bakın, yemin ederim ben kahveyi yapıp geldikten sonra isterseniz bir yudum bile içirmem, haberiniz olsun."

bu tehditten sonra peş peşe gelen birkaç "ben de istiyorum," cümlesinden sonra jake oflayarak başını salladı. evet, şimdi sunghoon dışı herkes kahve istiyordu ve jake kahve yapmayı öne sürdüğü için bin pişmandı. "şuna bak, ordu doyuruyoruz," diye mızmızlanarak mutfağa gitmek için salonun çıkışına yöneldiği sırada sunghoon telefonunun ekranını kilitleyip jake'e baktı.

"ben de kahve istiyorum." rahat bir tonda söylediği basit bir cümle bile jake'i birkaç saniyelik bir panik atağa sürüklediğinde derin bir nefes alarak sadece bir onaylama mırıltısıyla yetindi. yeniden mutfağa yöneldi fakat bir çırpıda ayağa kalkıp yanına giden sunghoon işleri hiç de kolaylaştırmıyordu. neyse ki herkes başka bir işle meşgul olduğundan kimse bunu fark etmemişti.

"sana yardım edeyim. o kadar kahveyi tek başına hazırlaman kolay olmaz." kendine ne olduğunu anlamamış gibi bakışlar atan jake için ufak bir açıklama yaptı sunghoon.

"gerek yok aslında. kendi başıma hallederim."

"fikrini sormadım jake, yürü."

ve sunghoon, jake'in herhangi bir cevap vermesine müsaade etmeden onu hafifçe omzundan iteleyerek mutfağa doğru ilerlemeye başladı. jake de şaşkınlığını üstünden atmaya çalışarak peşinden ilerledi. mutfağa girdiklerinde sunghoon malzemelerin yerini çok da iyi bilmediğinden birkaç dakikalığına jake'in malzemeleri çıkarmasını bekledi. sonunda jake bütün malzemeleri mutfak dolaplarından tek tek çıkarıp tezgâha koyduğunda sunghoon da onun yanına yanaştı.

aslında ne yapması gerektiğine dair çok bir fikri yoktu, jake'e yardım etme fikrini neden öne sürdüğünü bile bilmiyordu. bir süre jake'in ne yaptığını izleyerek öğrenmeye çabalayıp onun adımlarını takip etmeye çalışsa da nafile, ne halta yaradığını bilmediği birkaç mutfak eşyasına boş boş bakmaktan ileriye gidemedi. jake de bu durumu fark etmiş olacak ki ona yandan bir bakış atıp mutfağa girdiklerinden beri var olan rahatsız edici sessizliği bozmadan önce hafifçe gülümsedi.

when you looked at me, jakehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin