Gözlerimi açtığımda parmaklıklarla kaplı bir odadaydım. Odanın camı yoktu ve sadece duvarda asılı olan mavi, gaz lambasına benzeyen şey ile aydınlanıyordu. Odanın içinde görebildiğim kadarıyla bir tuvalet, aynasız ve musluğu eskimiş bir lavabo ve yerdeki betondan farksız küf ve kirden incelip çürümeye yüz tutmuş bir yatak vardı. Buraya neden geldiğimi bilmiyordum hafızamı biraz zorlayınca en son şelale kenarında oturduğumu, ve bir şeyin beni suyun içine çektiğini hatırladım. Kafamın arkasını kayaya çarptığım için migrenim tetiklenmişti ve başımın ağrısı kafamı koparıp atmak istememe neden oluyordu. Saatin kaç olduğu ve burada neden olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. Başımın ağrısından uyuyamazdım ve o yatağa yatmaktansa betonda oturmayı tercih ederdim. Öyle de yaptım ve lavabonun duvarla arasında kalan boşluğa gidip oturdum.
Kafamı ellerimin arasına gömmemle beraber bir şey fark ettim, yüzüğüm yok! Telaşla bulunduğum minik odacığın zemininde ellerimi gezdirmeye başladım. Ama ne kadar odayı beş kere ellerimle turlasam da yüzüğe rastlamadım. Kara kara ne yapacağımı, buradan nasıl çıkacağımı ve yüzüğüme ne olduğunu düşünürken iki kalıplı insan parmaklıkların önünde durdu. Tahminime göre muhafızlardı."Gazel Soydan, bizimle geliyorsun."dedi içlerinden daha uzun ve iri olan. Bir şey dememe kalmadan parmaklıkların arasındaki kilitli kapıyı açtı ve ikisi de bir kolumdan tutup sertçe ayağa kaldırdılar. Bu ani kalkış ağrımın daha da şiddetlenmesine ve yürüyemeyecek duruma gelmeme sebep oldu. Artık kafamı bile kaldıramıyordum ve bütün ağırlığımı muhafızlara bırakarak ayaklarımın yerde sürtünmesine neden oluyordum.
Kafamı zar zor kaldırdığımda, muhafızlar büyük bir kapıyı açtı ve beni içeri soktular. Zindanın aksine burası o kadar aydınlıktı ki bir süre gözlerimi bile açamadım, nihayet biraz kendime geldiğimde muhafızlar ayaklarımın üzerinde durmama fırsat bile tanımadan beni adeta yere fırlattılar. Düştüğüm yerde dizlerimin üstüne oturdum ve bir sürü mavi mücevherin süslediği koca tahta baktım. Üzerinde beyaz saçlı ve uzaktan rengini anlayamadığım gözlere sahip, tamamen mavi ve beyaz giyinmiş, beyaz tenli biri vardı. Galiba buranın kralı falan olmalıydı çünkü o ihtişamlı tahtı öylesine birine vereceklerini sanmıyordum. Adamı incelemeyi kesince yanındaki diğer tahttaki mücevherlerden farklı bir şekilde parlayan şey dikkatimi çekti. Bu benim yüzüğümdü! Ama yerde duruyordu ve muhtemelen kimse ona dokunamıyordu. Adamın eline ışık vurunca ve benim yüzüğümün benzeri onda da olunca bütün taşlar yerine oturdu. Ben su krallığındaydım, Asel'in su elementleriyle ilgili söylediği şeyleri hatırlamaya çalıştım. Su elementi senin gücüne en güçlü karşılık verebilen element olduğu için asırlardır su ve ateş düşman fakat bu iki elementin güçleri eşit kabul edilir.
"Ayağa kalk artık." Diye söylendi tahtta oturan adam. Kendimi zorlayarak ayağa kalktığımda onunla karşı karşıyaydık. "Bu yüzük senin mi?" Benim olduğunu söylersem bana düşman olacaklardı ve idam bile edilebilirdim bence, ama nasıl inkâr edeceğimi de bilmiyordum. Belki de yüzük ölmeme izin vermezdi bu yüzden biraz aptallık yapıp "Evet, benim." Dedim. Adam muhafızlara gözleriyle işaret ederek beni tutmalarını istedi. Hiçbir direniş göstermedim çünkü buna gücüm yoktu. Muhafızlar beni tutarken adam tahtından indi ve yüzüğü eline aldı, canı yanıyor muydu bilmiyordum ama yanıyorsa eğer bunu belli etmemekte bir ustaydı. Yüzüğü parmağıma taktı,"Eğer gerçekten senin ise kanıtla o zaman. Bu yüzük asırlardır ortada yok ve bir anda belirip senin gibi güçsüz birini seçtiğine inanmamı istiyorsan bunu bana kanıtlamalısın." Sözleri sinirlenmeme neden olmuştu ve parmağımdaki yüzüğün de ısısının arttığını hissediyordum. Fakat yüzük güçlerini nasıl kullanacağımı bilmiyordum ve Asel'in bana bunu öğretme fırsatı olmamıştı. İki saattir aval aval karşımdaki adamın yüzüne baktığımı anlayınca adam burnundan seslice nefes vererek küçümseyici bir şekilde güldü. Gözleri elaydı ve yeşili daha fazlaydı yüzü de kusursuzdu, saçlarını ortadan ayırmıştı ve dağınık duruyordu. Yüz hatları kusursuzdu ve erkek olmasına rağmen çok duru bir güzelliği vardı. Evet çok güzeldi.
Bana arkasını döndü ve tahtına yürümeye başladı. Muhafızlar da harekete geçti ve beni geldiğim yöne sürüklemeye başladılar. Oraya tekrar gidemezdim, o karanlık ve pis yerde duramazdım. Aniden içim güç ve sinirle doldu, ayaklarım yere basmaya, başım dik durmaya başlamıştım ve her yer tuhaf bir şekilde kırmızılaşmıştı. Ayaklarımı yere sabitlediğimde muhafızlar dahi beni hareket ettiremedi. Ciğerlerim yanıyormuş gibi hissediyordum ve bu bana acıdan çok güç veriyordu, aniden titremeye başladığımda yüzüğümden dev bir anka kuşu fırladı, doğruca tahttaki adamı hedef aldı ve ona doğru gitmeye başladı. Bende muhafızların elinden kurtulup anka kuşunun arkasından ona doğru koşuyordum, kuş adamın önünde durdu ve âdeta güç gösterisi yaparak kanatlarını açtı ve kükremeye başladı. Kanatları gittikçe daha koyu bir kırmızıya bürünüyordu, adam az da olsa korkmuş görünüyordu. Anka bir anda adama doğru gagasını açtı ve ona ateş püskürttü ve bir güç savaşı başladı. Adam ateşin ona geldiğini gördüğünde o da ellerini uzattı ve ateşe su ile karşılık verdi fakat anka kuşuna karşılık veremedi. Tam yenileceği sırada onun da yüzüğünden devasa bir balına çıktı ve anka kuşuma o karşılık verdi, ikisi güçlerini çakıştırıyordu ve bu, ortamda büyük bir enerji ve ışık yaratıyordu. Ben onları izlerken görüş açıma kırmızıların içinde bana doğru koşan biri girdi, güçlerim sanırım şuan aktif haldeydi lakin ben yine de ne yapacağımı bilmiyordum ve onun gibi eğitimli bir su elementi kralının karşısında bile duramayacağımı biliyordum. Aniden ellerini bana doğru uzattı ve gücünü bama doğru itmeye başladı, ne yapacağımı bilemezken kollarımı yüzümün önünde çaprazladım ve bir anda önümde bir kalkan belirdi. Lakin bu onu durdurmaya yeterli değildi, kalkanı kırdı ve gücü tam bana gelecekken...
Anka önüme geçti.
Evet bayağı uzun bir aradan sonra tekrar bölüm yazmaya karar verdim. Kitabın okunma ve vote sayısı inanılmaz düşük okuyanlar biraz daha bu konuda duyarlı olurlarsa sevinirim.
Görüşürüzzz
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MARIEL
FantasyArsanın taşlı yoluna girdik, küçük çakıl taşlarına tekme atarak yürürken taşların arasında parlayan bir şey dikkatimi çekti. Önce cam sandım fakat cam gibi değildi, cam bu kadar parlamazdı. Eğilip elime aldığımda güneşin altında çok kaldığından olsa...