1. Bölüm: "Kaçış"

140 10 5
                                    

Aniden vücuduma saplanan tarifsiz acıyla gözlerimi araladım. Burnumu , sevimsiz hastane kokusu doldurmuştu. Renksiz hastane duvarlarına çizdiğim hayat dolu resimlere baktığımda istemsizce gülümsediğimi farkettim. Bu görüntü dört duvar arasında geçirdiğim günleri renklendiriyordu.

Yatağın demirlerine tutarak doğrulmaya çalıştım fakat yardım almam gerekiyordu. Hemşireden yardım almak için seslenmeye çalıştım ama sesim de çıkmıyordu. Ağzımda, gittikçe yayılan metalimsi tat yüzümü buruşturmama sebep oldu. Yanımda duran sürahiyi elime alıp bardağa su doldurdum ve ağır çekimde içmeye başladım.

Suyu bitirdiğimde yatağın hemen bitişiğinde olan düğmeyi gördüm. Bu düğme benden sorumlu olan hemşireyi çağırmam için konulmuştu. Tuşa bastım ve hemşirenin gelmesini bekledim.

Çıplak ayaklarımın şekilsiz görüntüsüne gözlerimi çevirdim. Beni en çok üzen bu hastalığa yakalandıktan sonra arkadaşlarımın (!) beni unutmasıydı. İlk başlarda düzenli olarak ziyaretime gelselerde artık adımı bile andıklarını sanmıyordum. Herkesin arasında beni unutmayan bir kişi vardı. Hazal.. Fakat sınavları olduğu için düzenli olarak telefonla konuşabiliyorduk. Onunla çocukluktan beri arkadaştık. Birbirimize acı tatlı günlerimizde şu zamana kadar hep yardımcı olmuştuk.

Hayatımın en güzel günleri hastane köşelerinde geçiyordu. Yaklaşık 2 yıl önce bir kanser teşhisi konulmuştu. Akciğerlerim hastalıklıydı. Hastalığım her geçen gün ilerliyordu ama ben yaşamak istiyordum. Bazen umudumu kaybetsemde yinede hayata tutunup, her gece gerçek olması için dua edip, tanrıya yalvardığım hayallerimi gerçekleştirmeyi umuyordum.

Mesela hiç aşık olmamıştım. Aşk nasıl bir duygu merak ediyordum. Bu duyguyu yaşamadan ölmek istemiyordum.

Hastanede günlerimi okumakla değerlendiriyorum. Kitaplardan bildiğim kadarıyla aşk tarifsiz bir duyguydu. Deniz mürekkep olsa, gökyüzü kalem olsa da bu duygu 'tam anlamıyla' kağıda dökülemezdi. Belki de hiç yaşamadığım için böyle düşünüyordum.

Ben bu düşüncelere dalmışken kapı çaldı ve hemşire içeri girdi.

"Lavaboya gitmeliyim."

Hicbirşey söylemeden koluma girdi ve serumlarımı bozmamaya özen göstererek ağır adımlarla beni lavaboya yönlendirdi. Musluğu açtım ve soğuk suyun, yüzümü uyuşturmasına izin verdim. Havluyla yüzümü kuruladım. Ayndaki bitkin aksime bakarak saçlarımı düzelttim. Gencecik yüzümde hayatın karanlık izleri vardı. İnsan sağlıklıyken bu nimetlerin farkına varamıyordu. Hayat, bunca intihara kalkışan, yaşamak istemeyen insan varken; yaşamayı seven, hayata tutunmak isteyen genç insanları seçiyordu. Hayat acımasızdı.

Yüzüme zorakî bir tebessüm takınarak kapının kulbunu döndürdüm. Kimsenin bana acımasını istemiyordum. Cidden!0

Hemşire gözlerini bana çevirdi. Yüzüne gülümseme yerleştirdi ve beni yatağıma götürdü. Hemşireye teşekkür ettikten sonra televizyonu açtım ve ilk açılan kanalı boş gözlerle izlemeye koyuldum.

Televizyon karşısında vaktimi çürütürken dışarıdan gelen sesle gözlerimi kapıya diktim. Doktor, anne ve babamla konuşuyordu. Konuşmalarına kulak misafiri oluyordum.

"Afra'nın hastalığı günden güne ilerliyor. Yapmamız gerekenlerin tümünü yapmış olmamıza rağmen bir sonuca varamıyoruz." dedi doktor ve devam etti. "Yapabileceğimiz hiçbirşey kalmadı ama yinede kemoterapi vermeye devam edeceğiz. Kim bilir, belki işe yarayabilir."

Yani "Birkaç aya kalmaz ölür." cümlesini dolaylı yoldan söylemeye çalışıyordu. Gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Oysaki son zamanlarda kendimi iyi hissediyordum. Annem ağlayarak dinliyordu doktoru.

Sonsuz Bir Deniz KıyısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin