BÖLÜM - 1

43 13 2
                                    

Taehyung, başında bir şeyler geveleyen iri yarı adamı umursamadan saatine baktı. İkiyi geçiyordu. Ayakta uyumak üzereydi, başı zonkluyordu. Ellerini beline koydu sinirlerine hakim olmaya çalışırken. “Buraya sorun çıkarmaya gelmedim. Sadece oğlumu alıp çıkacağım.”
 
İnsan azmanı adam iki basamak yukarıda olduğundan Taehyung'a üstten bakıyordu. “Babalık” dedi alayla “sana burada yer yok.” Ellerini siyah ceketinin cebine koydu. Rahattı, bir sorun çıkarırsa Taehyung'u kolayca alt edebileceğini düşünüyordu. Sırıttığında kirli sakalının altından dişleri görünüyordu.
 
Taehyung parmaklarıyla gözlerini ovuşturdu. Korumanın yaptığı boş konuşmadan sıkılmıştı. Bilmiyordu ki Başkomiser Taehyung onun gibilerle yıllardır uğraşıyordu. Ceplerini karıştırıp polis kimliğini çıkardı. Adama doğru uzattı. “Sorun çıkmayacak. Sadece oğlumu alacağım. Şimdi çekil kenara. Bu geceyi nezarette geçirmek istemiyorsan eğer.”
 
İnsan azmanı durakladı, yüz hatları gerildi. “Polis olduğunuzu bilmiyordum” diye mırıldandı. İçeriden gelen yüksek müzik, sesini iyice bastırmıştı.
 
Taehyung cevap verme gereği duymadan korumanın yanından geçti. İçeri yürüdü. Dar bir koridora girdi. İlerledikçe müzik sesi artmaya başladı. Birbirine sarılmış halde dışarı çıkan iki erkek Taehyung'a garip garip baktı. Buraya göre biraz yaşlı olmalıydı. Halbuki Taehyung ilerlemiş yaşına rağmen çok genç gösteriyordu. Siyah ve gür saçları, koyu kahverengi gözleri, atletik vücudu, hafif esmer teni ile yakışıklıydı, biliyordu.
 
Koridorun sağından dönüp karşısına çıkan kapıdan girdi. İçeri de delicesine dans eden insanlara bir süreliğine bakakaldı. Garip renkli ışıklar ve sis bulutu kafasını bulandırıyordu. Oğluna kötü sözler söylememek için sakinleşmeye çalıştı. Eşcinsellerin verdiği partilere gitmesine kızmıyordu. Ondan tek istediği eve geç dönmemesiydi. Şuan ise saat iki buçuğu geçiyordu. Anlaşılan vaktin üzerinden geçeli epey olmuştu.
 
Gençlerin arasına kaynaştı. Birilerine çarpmamak için yılan gibi kıvrıldı durdu. Bir çalışan aniden yanında belirip istediği bir şey olup olmadığını sordu. Üst kısmı tamamen çıplak olan çalışana öylece bakakaldı. Böyle yerlerde bulunduğu için Tanrı'dan af dilemesi gerektiğini düşündü. Zihnini karıştıran düşünceleri uzaklaştırıp oğlu Soobin'in yerini sordu. Genç oğlan tam karşılarındaki büyük kırmızı koltukta oturan grubu gösterdi. Taehyung, çalışana teşekkür ederken arkasından oğlunu tanımakta güçlük çekmedi. Yanındaki oğlanın koynuna sokuluyordu.
 
Başkomiser, gruba iyice yaklaştığında seslendi. “Soobin.”
 
Soobin irkilerek ayağa kalktı ve daha yüzünü görmeden sesinden babasının geldiğini anladı. “Baba, burada ne işin var?”
 
“Seni almaya geldim.” Baba oğul konuşurken yan masadaki genç bir oğlanın dikkatle onları izlediği Taehyung'un gözünden kaçmadı. Umursamadı, kendi oğluna döndü hemen. “Anlaşmamız vardı.”
 
“Ben çocuk değilim. Kendi kararlarımı verebilirim.” Soobin dönüp arkasına bakmadı çünkü arkadaşlarının bakışlarından utanacağını biliyordu.
 
“Üzgünüm, bu benim oğlum olduğun gerçeğini değiştirmiyor. Şimdi ikimizde gidiyoruz.”
 
Etraflarına toplanan birkaç kişiyi görünce olayın büyüyeceğini anlayan Soobin babasının teklifini kabul etmek zorunda kaldı. Arkadaşlarına döndü. “Eğlenceye bensiz devam edin çocuklar. Başka bir zaman telafi ederiz.” Az önce koynuna sokulduğu çocuk ayağa kalktı ve Soobin'e bir öpücük verdi. “Dikkatli ol, canım” diye fısıldadı kulağına.
 
Soobin aynı şekilde öptü onu. “Seni seviyorum.” Sonra babasını beklemeden dışarı çıktı ve arabaya bindi.
 
Arkadan gelen babası arabaya binince söylendi. “Senin neyin var böyle? Arkadaşlarımın yanında neden çocukmuşum gibi davranıyorsun?”
 
Taehyung bir arabanın geçmesini bekleyip yola koyuldu. “Saat gece üçe geliyor. Bu saatte başına kötü şeyler gelebilir.”
 
“Çocuk değilim. Kendimi koruyabilirim.”
 
“Bak Soobin, senin için yaptığım şeyleri yüzüne vuracak değilim. Baban olarak senin mutluluğunu ve güvenliğini sağlamak zorundayım. Mutluluğunu istediğin şeyleri yapmana izin vererek sağlamaya çalışıyorum. Yıllardır cinayet büroda çalışan bir polis olduğumu unutma. Her gün nasıl kaçık insanlarla uğraştığımdan haberin yok. Benden intikam almak için sana zarar vermeye çalışabilirler. Bu yüzden gece geç saatlere kadar dışarı da kalamazsın. Anlıyor musun beni?”
 
Soobin bıkkınlıkla nefes verdi. “Fazla abartıyorsun, baba. Bana zarar vermek isteyen gündüzde verebilir.”
 
“Beni anlamak istemiyorsun. Polis olan benim. Bu işleri senden daha iyi biliyorum. Gece geç saatlerde dışardaki insan sayısı azalır. Yardım isteyebileceğin kimse olmaz. Görgü tanığı olmaz. Seni korumam zorlaşır.”
 
“Her neyse. Hayatımı zehir etmeye devam edeceksin.”
 
“Hayatını zehir etmek mi? Seni korumaya-" çalan telefonun sesiyle Taehyung’un konuşması bölündü. Arayan kişiye baktı. Komiser Jin. Cevap vermeden önce bekledi. Jin'in arayışı iyi değildi, bir şey olmuştu kesin. Telefonu açtı. “Evet, Jin. Cinayet mi? Şuan orada mısın? Evet, tamam. Hemen geliyorum.”
 
“Cinayet mi? Sana bu gece de uyku yok galiba?” diye sordu, Soobin. Babasının eve geç gelmesine ya da bazı günler hiç gelmemesine alışkındı.  
 
Taehyung telefonunu ceketinin cebine attı. Huzursuzca cevap verdi. “Evet, genç yaştaki bir oğlan öldürülmüş.” Oğluyla yaptığı konuşmanın hemen ardından gelen bu telefon yüzünden iyice tedirgin oldu.
 
“Beni burada bırak.” Babası cevap vermeyince ısrar etti. “Eve gideceğim, söz veriyorum. Sen işine git.”  
 
Taehyung istemeyerek de olsa arabayı kenara çekti. Soobin'in inmesini bekledi. Kaldırıma çıkan oğlunun yüzünü daha iyi görebilmek için eğildi cama doğru. “Acele et. Fazla oyalanmadan eve git. Duydun mu beni?”
 
“Evet, baba. Gideceğim.”
 
Taehyung usulca arabayı çalıştırıp yola koyuldu. Gözden kaybolana kadar aynadan oğlunu izledi. Ona bir şey olmayacak diye kendini sakinleştirmeye çalıştı, eskiden yaşadığım acıları yeniden yaşamayacağım.
 
Taehyung’un sadece kardeşinin ölümünden sonra ortaya çıkmış acıları yoktu. Her zaman vardı. Hiçbir zaman yeterince mutlu bir adam olamamıştı. Bitmek tükenmek bilmeyen sancıları, ağrıları, ruhsal bunalımları olurdu. Böyle zamanlarda dışarı çıkar uzunca bir süre yürür, uğraşması gereken bir dava varsa onu düşünüp dururdu. Daha sonra eski mahallelerindeki küçük lokantaya gider, bir şeyler yerdi. Orası her zaman kalabalık olurdu. Gözlemlemesi gereken insanlar ve çözmesi gereken olaylar varsa ne mutluydu Taehyung'a. Aksi halde delirecek, sıkıntıdan patlayacak gibi olurdu.
 
İlk başlarda bunalımlarının nedenini gördüğü cesetlere, ölüm haberini verdiği kişinin aile yakınlarının perişan hallerine, işinin yoğunluğuna ve beynini doldurup kulaklarından taşan sorular olduğunu zannederdi. Belki öyleydi, belki değildi. Ancak hala Taehyung derin bir sızı içindeydi.
 
Jin’in söylediği yere varınca arabasını bir kenara park edip indi. Olay yeri inceleme çoktan işe başlamıştı. “Gelmişsiniz" dedi Jin. Elinde yanından hiçbir zaman ayırmadığı kalemi ve küçük not defteri vardı. “Bunu acilen görmeniz gerek.” Sesi Taehyung’a her zamankinden daha endişeli geldi.
 
Taehyung, kendisine verilen eldivenleri giyerken Jin’i takip etti. Cesedin başında fotoğraf çeken olay yeri inceleme kenara çekilince o korkunç manzarayı gördü. Kurbanın elleri, ayakları ve yüzünün tamamı siyah bantla bağlanarak önce savunmasız hale getirilmiş sonra da vurulmuştu. Bunu, cesedi daha yanına varmadan bile tahmin edebilirdi. Yıllar önce işlenen seri cinayetler yeniden hortlamıştı.
 
Taehyung vücudunun kaskatı kesildiğini hissetti. Ölünün başında öylece kalakaldı. Kız kardeşini ilk defa böyle gördüğü zamanı hatırladı. Savunmasız, elleri ve ayakları bağlı halde. Elbisesi kan içinde. Saçları bandın arasından fırlamış. Dizlerinde, kollarında morluklar var. Yaşamak için direnmiş olması ama katilin hiç acımadan onu vurması. 
 
Sonra erkek cesedin yerine kendi oğlunu koydu. Ya halası gibi onu da böyle öldürseydi o katil? Taehyung katili hiçbir zaman yakalayamamış olmanın verdiği acıyla yere yığılacağını zannetti. Zorla kendini toparladı.
 
Bulundukları yer şehir merkezinden uzak, küçük kulübelerin bulunduğu ağaçlık bir alandı. Kulübeler birbirinden uzak ve seyrekti. Taehyung eğilerek cesede daha yakından baktı. Göğsünde iki, karnında üç kurşun yarası vardı. Sırtında olabilirdi ama şuan tek görebildiği yerler oralardı. Tepesinde dikilen Jin'e baktı. “Yöntemini mi değiştirmiş? Neden ensesinden vurmamış?” Yıllar önceki cinayetlerde kurşunlar kurbanın ensesine isabet etmiş olurdu. Bu sefer farklıydı.
 
 Jin tıpkı Taehyung gibi maktule doğru eğildi. “Yıllar sonra ortaya yeniden çıktığına göre önemli bir şey olmuş olmalı. Belki de bu sebep intikamdır. Genelde  öfkemizi çıkartmak istediğimiz kişilere sert davranırız.”
 
Cesedin dizlerinde çamur vardı. Bu da özellikle diz çökmeye zorlandığını düşündürdü, Taehyung'a. Onun dışında sırt üstü yatan maktulün ön tarafında başka çamur lekesi yoktu. Kendince kısa bir tahmin yürüttü. Silâhla diz çökmesi için zorladı çünkü boyun eğdiğini görmek istedi.  Sonra vurmakla tehdit edip ellerini ve ayaklarını bantladı. En son yüzünü kapattı çünkü yaşamak için yalvardığını duymak istiyordu. İşini bitirdikten sonra tam karşısına geçti. Güçlü olmanın verdiği zevkle kurşunlarını yağdırdı arka arkaya. Vurulan zavallı beden sırt üstü düştü.
 
Taehyung'un düşünceleri Jin'in konuşmasıyla bölündü. “Sizce evden zorla çıkarıp buraya mı getirdi yoksa maktul zaten burada mıydı?”
 
Taehyung yeniden ayağa kalktı. “Gecenin bu saatinde dışarı çıkması için görünürde bir sebep var mı?”
 
“Buradaki evlerin kanalizasyonunun olmadığını öğrendim. Henüz planlanma aşamasındaymış. Birçok kez belediyeye başvurmalarına rağmen ilgilenmemişler. Su giderleri ağaçlık alana veriliyormuş. Tuvalet ihtiyacınız için ise dışarı çıkmak zorundaymışsınız.”
 
“Bu yüzden çıkmış olabilir yani. O zaman katil buraya geldi. Onun dışarı çıkmasını bekledi. Sonra da öldürdü. Ya hiç dışarı çıkmasaydı? Bunu hesap etmiş miydi? Ya da belki amacı onu öldürmek değildi. İlk dışarı çıkanı vurmuştur? Ölenin kim olduğu belli mi?”
 
“Adı Yeonjun. Komşusu tuvaletini yapmak için çıktığı sırada bulmuş. Hemen polisi aramış.” Jin gözleriyle polis arabalarının yanında duran adamı işaret etti. “Doğru belki katil ilk çıkanı vurmuştur. Bu da Yeonjun olmalı. Eskiden de belirli bir öldürme sebebi yoktu. Dışarı da yalnız başına, insanlardan uzak kimi denk getirirse öldürüyordu. Ama neden ensesinden vurmamış? Az önce sorduğunuz soru kafamı karıştırdı.”
 
“Başta dediğin intikam alma dürtüsü doğru olabilir. İnsan intikam almak için bir gün değil yirmi yıl bile bekler.” Taehyung polis arabalarına doğru yürüdü. “Şu adamla bir de ben konuşayım.”
 
“Merhaba” dedi Taehyung. Eline bir şişe su tutuşturulmuş adama baktı. Su neredeyse hiç eksilmemişti. “Onu siz mi buldunuz?”
 
“Evet, diğer arkadaşlara da anlattım. Tuvaletimi yapmak için çıktığım sırada yerde yatan Yeonjun'u fark ettim. Aslında ilk başta onun olduğunu çıkaramamıştım. Yanına gittim. Sabah karşılaşmıştık. Kıyafetlerinden tanıdım.”
 
Bu adam, Taehyung’a fazla sakin geldi. Komşusu biraz ileride canice öldürülmüştü. Umurunda değildi sanki. “Normalde olsa insanlar bir cesede yaklaşmaya korkarlar. Siz yanına kadar gitmişsiniz. Üstelik cesedi teşhis edecek kadar başında beklemiş polisi öyle aramışsınız.”
 
Yaşı ilerlemeye başlamış adam sırıtınca seyrek dişleri göründü. “Benden şüphelenmekte haklısınız, efendim. Keşke doktor olduğumu ve yıllarca otopside çalışmış olduğumu size daha önce söylemiş olsaydım. Ceset görmeye en az sizin kadar alışkınım.”
 
Taehyung ciddi duruşunu bozmadı. Adamın kendinden emin tavırları hoşuna gitmemişti. “Yeonjun'u ne kadar  tanıyorsunuz?”
 
“Çok fazla değil. Zaten burada kalmıyor. Arada sırada işi düşünce gelir buraya.”
 
“İşi düşünce ne demek?”
 
“Bilirsiniz. Gece geç saatlerde kadınlarla gelir buraya genelde. O işleri yapmak için. Bir de arada arkadaşlarıyla gelir.”
 
“Aynı kadınla mı yoksa kadınlar hep değişir miydi?”
 
“Çok fazla çıkartamam ama herhalde farklı kadınlar. Kulübelerimizin kapıları aynı yöne bakmıyor. Gireni çıkanı pek fazla göremem. Sadece yoldan gelip geçerken arabanın içini ne kadar görebilirsem o kadar.”
 
“Yeonjun'u fazlasıyla izliyormuşsunuz, öyle değil mi?”
 
“İzlemek değil, efendim. Oturma odamın penceresi yola bakıyor. Günümün çoğu orada geçer. Bu yüzden görüyorum genelde.”
 
“Gece geç saatlere kadar uyumuyorsunuz yani?”
 
“Yaptığım iş gereği uykularım pek tutmaz. Günün çoğunu uyanık geçiririm. Sizi uyku tutuyor mu, Başkomiser’im?”
 
Taehyung cevap vereceği sırada Jin, Yeonjun’un kulübesinin içinden bağırdı. “Başkomiser’im burada görmeniz gereken  şeyler var.”
 
“Geliyorum” diye bağırdı, Taehyung. Adama döndü. “Sorularımı cevapladığınız için teşekkür ederim.”
 
“Rica ederim.”
 
Taehyung çamurdaki izlere basmamaya özen göstererek yürüdü. Verandaya çıkan iki basamakta çamur kalıntıları vardı. Sanki birileri özellikle ayakkabılarının çamurunu temizlemeye çalışmış gibiydi. Belli belirsiz çamurlu izler evin kapısına kadar gidiyordu. Taehyung ayaklarına galoşlarını giyip dikkatlice kulübeye girdi. “Ne oldu?” Jin’in ne bulmuş olduğunu merak ediyordu.
 
Jin odaların birinden kafasını uzatıp “burada görmeniz gereken şeyler var” dedi. Hemen arkasından yeniden gözden kayboldu.
 
Taehyung heyecanla oraya yürüdü. Odaya girince önce duraksadı, dudaklarının istemsizce aralandığını fark etti. Duvarlara asılmış çeşit çeşit kırbaçlar, kelepçeler ve Taehyung'un daha adını bile bilmediği garip fantezi eşyaları. “Tanrı aşkına bu saçmalıkta ne böyle?” 
 
Jin gülümsüyordu. Odanın içindeki eşyalar onu rahatsız etmemişti sanki. Aksine eğlendiriyor gibiydi. “Görünüşe göre adamımınız renkli bir hayatı varmış” derken Taehyung'a bir resim albümü uzatıyordu.
 
Başkomiser albümün kapağını açmadan önce ne gibi saçmalıkların çıkabileceğini az çok tahmin ediyordu. Merak etmeden sayfaları çevirdi. Kırbaçlanmış, bağlanmış, kızarmış hatta kanamış vücutlarıyla kameraya bakan kadınların fotoğrafları. Bazıları Taehyung’a o kadar iğrenç geldi ki aklından kazıması gerekeceğini düşündü. İnsan sevişirken neden böyle şeyler yapma gereği duyardı ki? Belli ki amaçları sevişmekten öteydi.
 
Taehyung albümü aniden kapatıp Jin'e uzattı. “Ne o Jin hoşuna gitti herhalde?”
 
Jin suç üstü yakalanmış bir çocuk gibi yüzünü yere eğdi. “Yok Başkomiser’im sadece komik ve saçma geldi.”
 
“Yardımcının benden gizli fantezilerle dolu bir hayatı var zannedecektim.” Bu sefer Taehyung güldü. “Buradan sonra bizim her zamanki yere çorba içmeye gider miyiz?” İşleri bitene kadar muhtemelen gün aydınlanmaya başlamış olacaktı.
 
“Gideriz.”
 
***
In La Kesh: Mayaların selamlaşırken kullandıkları bu sözcük “Birbirimizin başka yüzleriyiz” anlamına geliyor.

Sadece konuyu oluşturmak için bile onlarca kez değişiklik yaptığım ve uğraştığım bir kurgu. 🙃

In La Kesh ~ (Taekook)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin