-
"the sky doesn't care what my poor heart wants, and the desert can't hear my cries. the moon doesn't mind that i'm left all alone. and he's gone, gone."
-Hyunjin'i o asansöre girdikten sonra daha görmemiştim. Apartmana bir daha gelmemişti, bunu anlamak zor değildi. Kapısında asılı olan sepette kapıcının her sabah ısrarla koyduğu ve akşamına ise geri aldığı ekmekler ve kapının bir kenarında birikmiş gazeteler buna işaret ediyordu.
O gittiğinden beri yaz havasından eser kalmamıştı. Üç gündür kara bulutlar gökyüzünü kaplamış durumdaydı. Evden çıkılacak gibi değildi, yağmur bir yağıyordu bir yağmıyordu. Ben de evimde hiçbir şey yapmadan durduğum için kendimi Hyunjin'in nerede olduğunu düşünmekten alıkoyamıyordum. Niye olduğunu ben de bilmiyordum. Bu kadar merak bana fazlaydı, kafamı bir şeyle dağıtmam gerekiyordu.
Saat akşam üzeri altıya geliyordu. Aklıma gelen fikirle telefonumu elime aldım. Hızlı aramalarda ilk sırada olan annemin numarasının üzerine tıklayıp telefonu kulağıma yaklaştırdım. Telefon sanki bu an bekleniyormuşcasına hızla açılmıştı.
"Efendim Jeongin?"
Sesini duyunca gülümsedim. "Nasılsın anne?"
"Ben iyiyim, sen nasılsın? Özlettin kendini hepten oğlum."
"Ben de iyiyim. Akşam yemeğe dışarı mı çıksak diyorum. Sen, abim ve ben."
"Sen buraya gelsen nasıl olur? Hem babana da kararından vazgeçtiği için teşekkür edersin."
Gözlerimi devirdim. Teşekkür edilecek bir durum yoktu, özgürlük benim en büyük hakkım. "Teşekkür etmeyeceğim anne. O bunu yapmak zorundaydı, kimseyi zorla bir yerde tutamaz."
"Aranızdaki gerilimi bitirmek için adımı sen at oğlum, babanı biliyorsun o atmaz." Benden yanıt alamayınca devam etti; "Akşam yemeğinde burada ol lütfen. Kırma beni."
Sessizce iç çektim. Annemin babam konusunda ısrar etmesi canımı sıkıyordu. Ama bir geceden bir şey olmaz, sanırım.
"Tamam anne, akşam yemeğinde orda olacağım."
"Gidip yemeğe geleceğini söyleyeyim o zaman." dedi. Gülümsediği sesinin tonundan belli oluyordu.
Kısa bir vedalaşmanın ardından telefonu kapattım. Annemin sesini duymak iyi gelmişti. Seungmin çalıştığı için sadece geceleri telefonda konuşuyorduk, konuşacak başka da kimsem yoktu zaten. Aile ortamı bir nebze de olsa iyi gelebilirdi.
Ayağa kalkıp odama ilerledim. Pek de özenesim yoktu bugün. Elime geçen ilk gömleği ve pantolonu çıkarıp yatağın üstüme koydum. İkisine de ütü şarttı. Ayrı eve çıktığımdan beri her işimi kendim hallettiğim için bunu da kendim halletmek zorundaydım. Aile evine dair özlediğim tek şey her işimin görülmesi olabilir.
Yirmi dakikalık ütüyle cebelleşmeden sonra üzerimi giyinmiştim. Siyah pantolonun üzerine siyah bir gömleği geçirmiştim. Fazla sade olsa da gözüme güzel gözüktüğü için değiştirmek istemedim.
Telefonumun sesini duyup salona ilerledim. Abim arıyordu. Aramayı yanıtlayıp hoparlöre aldım: "Efendim abi?"
"Akşam yemeğe bize geliyormuşsun. Annem aradı az önce."
"Evet. Aslında sadece üçümüz olalım dedim ama annem babam eve dönmem konusundan vazgeçtiği için teşekkür etmemi falan istedi. Eve çağırdı yani."
"Abini de unutmazsın umarım. Babamı ikna edene kadar canım çıktı."
Hafifçe güldüm. "Babasının gözdesi çok da uğraşmamıştır bence ya."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
camellia [hyunin]
Fanfiction"Bana deli diyorlar, Jeongin." "Sanatçı dediğin deli olmaz mı zaten?" minific!