YEŞİLTAŞ SERİSİ

11 0 0
                                    


1.Bölüm: 19 yıl önce...

(Düğün gecesi, Tepe Restoran)

Yıldızların tek tek sayılabildiği berrak, neredeyse sevimli bir geceydi. Hava, birkaç gündür süren rüzgârlı hiddetini unutmuşçasına sakindi.

Civardaki herkes gibi doğa da sinmiş, gecenin getireceklerini bekliyordu. Gelin bu gecenin farklı olduğunun farkındaydı, tüm hafta sıkıntısının emarelerini hissetmişti. Haberi birazdan evleneceği damat dillendirdiğinde de sezgilerinin haklı olduğunu anladı.

Şimdi ise, tüm hafta iliklerine kadar korktuğu için geriye hissedebildiği tek duygu kalmıştı: Öfke! Gözlerinden ateş fışkıran kadın, düğün salonunun arka kapısından çıktı, beton kaldırım üzerinde ilerlerken beyaz, topuklu ayakkabısının geceyi delen takırtısı, onu daha da delirtiyordu. Kaldırımın bittiği yerde duraksadı. Damadın konuşmaları için seçtiği yer, bahçenin diğer tarafındaydı.

Toprak yolun diğer tarafında! Yüzünü buruşturdu, gelinliğinin eteğini toplamaya çalıştı. Ayakkabısının topukları bahçede batıp çıkarken kendisi de pek rahat sayılmazdı. Düşmek üzere olan şalını omzuna hışımla atarken yakınlardan gelen sesi duyunca irkildi. Tanıdığı o simayı gördüğündeyse sıktığı yumruğunu gevşetirken gerilen sinirleri de gevşedi, güvende hissetmişti.

Bir süre birbirlerine baktılar. Biri gelinliği, biri damatlığı içinde birbirini seven iki genç, bu gece sonsuza dek birbirlerinin olacaklar. Şimdi düşününce ikisi de bu masalın onları ıskalayıp geçen bir hikâye olduğunu hissediyordu. Ancak bu gecenin getirileri arasında sadece düğün olmayacaktı. İkisi tam bu sebepten ötürü kaygı içinde bekliyorlardı.

Dalga şeklinde yayılan, bir patlama rüzgârı omuzlarından çarptığında ikisi de sendeledi. Gelin başını gökyüzüne çevirdi. Sema sıradan gören gözler için birkaç dakika önce var olanın aynısıydı. Sadece ikisinin hissedebildiği bir güç akımı ve ardından duyulan çığlığı andıran bir ses. Tiz sesten ürperen gelin, gökyüzüne bakıyordu. Duyulan sesi çocuk ağlamasına benzetmişti ancak kulaklarının onu yanıltmış olmasını umuyordu. Auroraya benzer yeşil bir ışık, gökyüzünü kaplamıştı. Türkiye'de bu görülmüş şey değildi, gözlerini gökyüzünden ayırmadan, gelin:

"Sence onlar mı?" dedi. İkisi de bu cereyan eden hadisenin, düğün gününe rastlamasından şikayetçi olsalar da ağızlarını açmıyorlardı. Onları aşan bir havadisin geldiğini idrak edebiliyorlardı. Damat susuyordu, karşıdan gelen habercileri gördüğünde gelin de sessizce bekledi. Paradokslar yaşayabilecekleri konusunda, daha görevin başında uyarılmışlardı ancak yine de bilinmezlik hissiyle gerilmişlerdi.

Siyah pelerinlerinin altından haleler fışkıran iki haberci, gelin ve damattan konuşma mesafesi kadar uzakta durdu. Zihinleri sıradan görgü kurallarına vakit ayırmayıp selamlaşmayı es geçti, hemen konuya girdiler.

Gelinlikli olan, pelerinli kadının sesini duymasıyla baştan aşağı irkildi. Kendi sesiydi, gerçi küçük bir farkla daha olgun ve kızgın olduğu anlaşılıyordu. İlk şoku atlatıp konuşmaya odaklanmaları uzun sürdü. Pelerinliler, verecekleri haberi iletmek için anlayışla onlara bir mühlet verdiler.

Haberleri dinlerken gelin ve damat korumacı bir tavırla birbirine sokulmuştu. Pelerinli adam, akşam bastırmadan önce bildirdikleri haberi defalarca söylemekten yorulmuş, bezginlikle duygularını saklamadı. Damat:

"Züppe Prens aklını kaçırmış olmalı, boyunu aşan iş bu, kızımı kaçırması..." Duraksadı, söyleyeceklerinin ağırlığı altında ezildiler, sesi alçalmıştı. "...Bu ukalalığının bedelini ödetmek için zaman ve mekân yasasını yıkarım." dedi. Gelin, karamsar havayı dağıtıp, çözüme odaklanmalarını sağlamak için sordu. Gelin:

YEŞİLTAŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin