Yemekler geldiğinde bile ben kendimi toparlayamamış Koray bir kaç kez konuşmaya çalışsa da geçiştirmiştim. Şimdi önümdeki yemek servisi - avakadolu tost, burger, kolaya bakarak gidip tuvalette ağlasam mı diye düşünüyordum.
Yabancılık hissi vücudumu öylesine fazla ve ani bir şekilde bürümüştü ki, sohbete istesem bile odaklanamıyordum.
Koraya nasıl tanıştığımız, ya da bizim gibi farklı insanların nasıl oluyor da arkadaş olduğu hakkında bir kaç soruyu yakalayabiliyordum.
Bunları bana değilde ona sordukları için minnettardım.
Çok garip durmasın diye burgerden bir ısırık almaya çalıştım ama boğazımdan zor geçmişti. Bunun bir işgenceden farksız olduğunu anladığımda burgeri sakince tabağa bırakıp ceketin kolunu hızlıca yaşarmış gözlerime bastırdım.
Cemil anladığım kadarıyla çok konuşkandı ve şimdide çok yakın bir tarihte izlediği filmden bahsediyordu. Film John Lennon'un hayatını anlatıyormuş ve adamın bu kadar dramatik bir hayatı olmasa bile film güzelmiş. (İzlemek isteyenler için ismi "Nowhere boy". Mommy issues konulu."
"Koray "ağır yaşamlar" izlemekten ufkunu genişletmeye zaman bulamıyordur."
Gökhan lafa atladığında Korayın sıkıcı bir adam olduğunu söylemeye çalıştığı belliydi.
Sohbetin bu kısmı gerçekten ilgimi çekmişti.
"Benim en sevdiğim film açık ara American Psycho."
Cemil yüzünü buruşturdu ki, kesinlikle haklı bir tepkiydi.
"Ergen."
Gökhan omuzlarını silkti.
"Cidden hangi filmi seviyorsun?"
Cemilin içeceğini keyifle içerken Koraya yönelttiği bu sorunun cevabını ben de merak ediyordum.
"Bilmem seçmiyorum. İlla birini söylemem gerekirse "Seven" derim herhalde."
İkisi de memnuniyetle başlarını salladı.
"Kültürlü adam işte."
Koray da sahte bir özgüvenle saçlarını arkaya doğru itip güldü.
"Peki ya sen?"
Soru bana yöneldiğinde cevabı dünden değil yıllar önceden bile hazırdı.
"My own private İdaho."
Ortamdaki hiç kimsenin filmi bilmediğinden emindim ve bu beni keyiflendirmişti. En sevdiğiniz filmin size özel olması en güzel şeylerden birisiydi.
Koray dikkatle beni izliyordu ama ben bakmamak için özen gösteriyordum.
"Nasıl bir şey?"
"İki adam var-"
Kelimlerimin devamını getiremeden telefonundan başını kaldırmayan Gökhan konuştu.
"İbne filmi yani."
Şakası gerçekten komik olsa da sahte bir şekilde gözlerimi devirdim.
"Evet, iki tane adam var dediğim gibi, Mike ve Scott. Bunlar ikisi de, ımm, nasıl desem, jigolo mu deniyor? Ondan. Yani spoiler vermek istemiyorum çok. Ama daha çok insanların yalnızlığı kimlik arayışı gibi konular var. Ve duymak isterseniz, evet, ibne filmi."
Koray gerçekten öyle pür dikkat izliyordu ki tüm ruhumun çalkalandığını hissedebiliyordum. Dirseğini masaya, yüzünü eline yaslayıp televizyon izliyormuşcasına beni izliyordu.
