"Beni gördüğüne pek sevinmemiş gibisin."
Darwin'in kulaklarıma dolan sesiyle bir süredir kapalı tuttuğum gözlerimi açarak ona baktım. Yüzünde silik bir gülümsemeyle salıncakta yanıma yerleşti ve bedenini bana doğru döndürerek kahvelerini bana odakladı.
"Bir şey hissetmedim." Bunu ben de beklemiyordum. Çok uzun bir zamandır yeniden karşıma çıkacağı anı bekliyordum, ona söylemek istediklerimi içimde biriktirmiştim. Bunun önemli bir an olması gerekiyordu ama beni de şaşırtan bir şekilde öyle olmamıştı.
Ona baktığımda herhangi birini görmüştüm. Kırgınlık ya da kızgınlık hissetmemiştim. Gözlerim dolmamıştı. Boğazım düğümlenmemişti ya da. Hissettiğim tek şey koca bir boşluktu.
Bir yıl kulağa oldukça uzun bir zamanmış gibi geliyordu ama Darwin'de hiçbir şeyi değiştirememişti. Kulağındaki haç figürlü küpe, saçlarını toparladığı küçük topuz, baharatlı parfümünün iltifat ettiği kokusu... Tepeden tırnağa aynıydı. Sanki bir yıl değil de birkaç saattir ayrıydık.
Elbette bu yalnızca görüntüde böyleydi.
Hiçbir şey söylemeden kilometrelerce uzağa taşındığında aramızdaki mesafe bir uçağa binmekle aşılamaz hale gelmişti. Bizi birbirimize bağlayan köprü yıkılmıştı, geride sadece karşısı görünmeyen bir uçurum bırakarak.
"Emin misin?" Alayla güldü. "Yemek masasından kaçtın, Luna."
"Kaçmadım," diye çıkıştım. "İştahım yok. Bugüne özel bir olay değil."
"İnanalım bakalım..."
Diyecek bir şey bulamamla birlikte birkaç dakikalık sessizliğin içine çekilmiştik. Aldığım nefesin sesini duymanın verdiği gerginlikle alt dudağımı dişledim. Pişman olmam pek sürmedi, ağzıma gelen kan tadıyla yüzümü buruşturdum. Darwin'in dikkati de dudaklarıma kaymıştı.
"Halen çatlıyor mu," diye sordu bakışlarını alt dudağıma sabitlerken. "Dudakların."
"Bazı şeyler değişmez," dedim omuz silkerek. Değişmeyen nadir şeylerden biri bu.
Gülümsedi. Fark etmemem için başını önüne eğse de dikkatimden kaçmamıştı. Eli üzerindeki sweatshirt'ün cebine giderken gözlerimiz buluşmuştu.
"Bu işlerden pek anlamam," dedi metal kutuyu elime bırakırken. "O yüzden Millie'den yardım aldım." Bu bir dudak nemlendiricisiydi. Benimle dalga geçiyor olmalı.
"Millie?"
"Arkadaşım. İngiltere'den."
Başımı anladığımı ifade etmek adına yukarı aşağı salladım ve ayaklandım. "Uyumam gerek. Sabah işlerim var." Cevabını beklemeden içeri hareketlendim. Tüm bu yaşananlar çok garipti, kendi içimde hazmetmem gerekiyordu. Hiçbir şey olmamış gibi konuşuyorduk, çocukluğumuzun geçtiği salıncakta hem de. Ama çok şey olmuştu ve eski günler bir daha geri gelmeyecekti.
"Hoş geldin, yok mu? İyi geceler?" Arkamdan seslenmesiyle omzumun üzerinden ona baktım. Başımı olumsuz anlamda iki yana salladığımda yüzüne buruk bir gülümseme yayılmıştı.
Bir şey söyleme gereği duymadım, sessizliğimin yeterince açıklayıcı olduğunu düşünüyordum. Onu öylece orada bırakarak içeri girdim.
─── ⋆⋅☆⋅⋆ ───
lunamerino • sabaha kadar eğlenelim dedikten sonra yere yığılan ilk kişi olmak kaderim sanırım :(
d.vidlozano • ben demiştim demekten hoşlanmam ama...
-> lunamerino • bayılırsın yalancısolerbelle • dağılmış hali bile nasıl güzel🤍
juliofranco • kabullendik artık dert etme
merinoandres • en azından mini giymemişsin
-> solerbelle • mağarana dön dağ ayısımartinalvarez • bensiz takılmaya iyi alıştınız
-> lunamerino • hayırrr seni özledik😞| darwin_n9 bu gönderiyi beğendi |
ŞİMDİ OKUDUĞUN
almost | darwin nuñez
Fanfictionbaşlamayan bir şey bitebilir miydi? darwin nuñez ff texting + düzyazı