1

109 20 5
                                    

Bölüm şarkısı: The Weeknd - Call Out My Name

İyi okumalar...

____

"B-Ben bir şey yapmadım! O bana d-dokundu, dokundu işte..." diye haykırdı sonlara doğru kısılan ince sesiyle, zorla hücrenin içerisine sokulmaya çalışıldığı sırada. Ellerini paslı kapının tersine kenetledi ve direnebildiği kadar direniş gösterdi, ama bu kimin umrundaydı. Burası Kuzey Kore'nin en korkunç ceza eviydi ve Jungkook, Kuzey'de yaşayan kaçak bir Güney'liydi. Kuzey'de adalet yoktu, Kuzey'de katı cezalar vardı, çok katı.

"Kes sesini!"

Hücrenin içerisine zor da olsa tıkadılar onu ve ardından bir an bile bekleme gereği duymadan kapıyı sert ve acımasızca üzerine kapattılar. Durmadı, ellerini yumruk haline getirerek paslı demir kapıyı olağan gücüyle yumrukladı, ama attığı yumruklar kapıyı kımıldatmıyordu bile.

"Neden ama neden?"

Gardiyanların ayak sesleri gitgide uzaklaşırken, onun ağlama sesleri dışında tek bir çıt dâhi kalmadı etrafta. Kolunun acısına dayanamadı ve yumruklamaya son verdi. Sırtına kapıya yasladığı gibi, güçsüzlükle yere yığıldı. Bacaklarını göğsüne doğru çekerek kollarını dizlerinin üzerinden geçirip bacaklarının iki yanına doladı.

Oda oldukça havasız, küçük ve rutubetliydi. Öyle ki, burnunu açmayacak kadar kötü kokuyordu. Geldiği ilk günden sebepsiz yere hücreye atılmak, bir kez daha adaletin olmadığı düşüncesini beynine iteklemişti. Oysa yanında duran 375 numaralı mahkûm onu koruyacağını söylemişti. Yalan mı söylemişti? Ama belki de elinden bir şey gelmiyor olabilirdi. Eğer karşı çıksaydı onu da bir hücreye kapatmaları kaçınılmaz olacaktı.

Çaresiz ve bitik hissediyordu kendini. Kemikleri sızım sızım sızlıyor, vücudunun bir çok yerinden kan akıyordu. Bir an önce yaraları temizlenmezse olduğu yer yaraların daha çok iltihablanmasına neden olacaktı. Ama onun umrunda olan bu değildi, onun umrunda olan şey ne yapacağını bilmediği bir çaresizlikti.

Bu küçük hücreye sığamıyordu çaresizliği. Kalbinde o kadar büyük bir çaresizlik vardı ki, kendi bile tanımlayamıyordu bunu tam olarak nereye sığdıracağını. Göğüs kafesi sıkışıyor gibiydi adeta. kimsesi yoktu ona yardım edecek, en azından bir avukat tutabilecek. Parası da yoktu ki kendi tutsun. Devletin vereceği avukattan da hiç bir sonuç çıkmazdı.

Ne içindeki dünyaya sığdırabiliyordu çaresizliğini, ne de dışarıdaki sokaklara.

Çok saçma bir nedenle içeriye tıkmıştılar onu zaten. Oysa tek suçu ekmek çalmaktı... Açtı, başka çaresi yoktu. Başka çare tanınmamıştı ona. Güneyli olduğu için kimse işe almıyordu onu, yanlarına bile kabul etmiyordular. Reşit olana kadar içerisinde bulunduğu çocuk yurdunda bile zar zor kabul edilmişti. Hatta edilmemişti bile, sürekli akranlarından ve öğretmenlerinden zorbalık görürdü.

Hayatın bu gidişatına anlam veremeyecek kadar küçüktü şuan. Neydi bu 'hayat' denen kavram? Bir zaman kaybı falan mı, ya da acı? Saf acı mı yoksa? Evet, kimileri için bu böyle. Ehh tabii, Dünyanın dönmesi için birilerinin elbet acı çekmesi gerekiyordu. Yoksa ne anlamı kalırdı ki cennet ve cehennemin.

Solukları birbir boğazına dizilirken elinin tersiyle sertçe sildi akan göz yaşlarını. Öncekilerde olduğu gibi şimdi de onu kimsenin bu mahzenden kurtarmayacağını biliyordu. Böyle bir umudu da yoktu ya zaten. 'Umut' bunu daha küçük bir çocukken içerisinde öldürmüştü. Ailesini kaybettiği yer ayrıca umudunu da kaybettiği yer olmuştu. Umut bitmişti, hayat bitmişti.

Küçük hücrenin rutubetli duvarlarını yalayıp geçen soğuk hava, yarı çıplak bedenini titretiyordu. Kemikleri sızım sızım sızlıyordu, ama bunu farkında bile değildi. Tek derdi bir an önce ait olduğu sokaklara geri dönebilmekti.

The Joker / taekook +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin