UMUT DALI

174 14 19
                                    

Küçük çocuk, kara gözlerini, yıkık dökük bakkalın raflarındaki; imrenerek uzaktan baktığı, cafcaflı, kırmızı parlak kağıtla kaplanmış gofretlerden zorlukla ayırdı. Cebindeki parayı kontrol etti kaygıyla. Yazık ki gofret almasına yetmeyecek kadar azdı. Zaten annesi iki ekmek alıp gelmesini tembihlemişti sıkı sıkıya. Kadıncağızın zorlukla bulup buluşturduğu parayı, böyle çocukça şeyler için çarçur edemezdi. "Neyse artık, başka sefere alırım inşallah." diye geçirdi içinden.

Az sonra, yaşlı bakkalın büyükçe bir kağıda sardığı, iki sıcak somun kolunun altında, usulca çıktı dükkandan. Sokağın başındaki yokuşa vardığında, gözü bir an için yan taraftaki boş arsada top oynayan çocuklara kayıp duraksadıysa da, fazla oyalanmadan evinin yolunu tuttu.

İki sıra halinde karşılıklı olarak dizilmiş derme çatma gecekonduların bulunduğu eski püskü bir mahalleydi burası. Kolunun altında ekmekleriyle, hızlı hızlı evine doğru yürüyen Memed, Kumkapı'nın bu kenar mahallesine geçen sene, ailesiyle beraber Batman'ın küçük bir köyünden göçmüştü. Niçin böyle apar topar, adeta kaçarcasına köylerinden ayrıldıklarını bilmiyordu Memed, yalnız, ailesinin en küçük çocuğu olan babasının, anasına ara sıra geçmişte yaşanmış bir arazi davası yüzünden çıkan bir miras kavgasından söz ettiğini hatırlıyordu. Fakat ufak çocuğun aklı böyle işlere fazla ermezdi.

Sekiz yaşlarında, esmer, kara kuru, çipil gözlü bir oğlandı Memed. Küçük, sevimli yüzünün tamamını kaplayan çilleri; ilk bakışta, hemen dikkat çeken çıkık elmacık kemikleri vardı.

İstanbul'a ilk geldiklerinde, yanında anasıyla babasından başka iki de küçük kardeşi vardı Memed'in. İlk başlarda, köylerini, oradaki kurulu düzenlerini özleyip bocalasalarda, aile yavaş yavaş uyum sağlamıştı büyük şehirdeki yaşama. Memed'in babasının inşaattan aldığı günlük yevmiyeyle, kıt kanaat de olsa geçinip gidiyorlardı işte. Başlarını sokacak ufak bir damları, akşama yiyecek iki kap aşları vardı. Hiç değilse huzurları yerindeydi.

Fakat babasının inşaatta çıkan bir iş kazası sonucu ölmesiyle, ailenin kurulu düzeni bir anda tepetaklak oluvermişti. Henüz otuzlarının başındaki, genç adamın kaybı aileyi derinden yaralamıştı. Berfo'nun canından çok sevdiği kocası, Memed'in aslan babası yoktu artık...

Babasının vefatıyla birlikte, Memed'in ailesinin zaten pek yerinde olmayan durumu iyice kötülemişti. Babası, İstanbul'a gelir gelmez, bulduğu ilk yerde, ailesini geçindirebilmek için, iki kuruş yevmiye karşılığı canla başla çalışmaya başlamıştı. Fakat okumamış etmemiş, cahil bir adamdı. Sendikayı, sigortayı, tazminatı neyin bilmezdi...

Babasının kaybından sonraki ilk aylarda, babasının eski işvereni olan müteahhit, sevabına, her ay şişkin bir zarf yollamıştı evlerine. Fakat bir süre sonra oradan gelen yardım da kesilmişti.

Memed'in annesi, ara sıra, çevredeki, onlarınkine kıyasla biraz daha nezih sayılabilecek semtlerdeki evlere gündeliğe gidiyor; evde meyva kurutuyor, tarhana yapıyor, erişte kesiyor, bunları cuma günleri kurulan semt pazarına götürüyordu. Ancak zavallı Berfo'nun tüm çabalarına rağmen bir türlü iki yakaları bir araya gelmiyordu. Ellerine geçen para az fakat ihtiyaç çoktu: Kira, kömür, mutfak, fatura, Memed ve bir küçüğünün okul ihtiyaçları... Üstelik tüm bunların yanında, genç kadının ilgilenmesi gereken, henüz kucakta küçük bir bebesi daha vardı.

🍁🍁🍁

"Nerede kaldın oğlum? Aldın ekmekleri?" dedi anası Memed'i içeri alırken, yüzünde belli belirsiz bir tebessümle.

"Aldım, aldım." dedi Memed, kucağındaki ekmekleri anasına uzatarak.

"Eyi, eyi. Haydi geç içeri de ısın. Sobayı yaktım."

Memed hayretle anasının yüzüne baktı:
"Yaktın mı? Kış iyice bastırmadan yakmayalım, sonra kömür dayanmaz diyordun ama."

Berfo ise yalnızca gülümsemekle yetindi. Memed, anasının halinden tavrından, bir değişiklik olduğunu fark ettiyse de, bu ani değişimin sebebinin ne olduğunu anlayamamıştı.

Gocuğunu çıkardıktan sonra, sobanın kurulu olduğu ufak odaya geçti. Odanın ortasındaki yer sofrasının etrafına dizilmiş oturan iki kardeşi arasındaki, yan komşuları Ayişe Bibi'yi görmesiyle birlikte ağzından ufak bir hayret nidası çıkıverdi:
"Aa, Ayişe Bibi! Sen mi geldin?"

"He, ya oğul. Ben geldim." dedi yaşlı kadın tebessümle. Tıpkı anası gibi onun da yüzü gülüyordu.

Tam o sırada, büyükçe bir sininin içinde, iki somun ekmek ve bir kazan lebeniye çorbasından ibaret akşam yemeklerini getiren anasının gelmesiyle beraber konuşma yarıda kesildi. Herkes iştahla önlerine konulan çorbayı kaşıklamaya başladı. Odaya tatlı bir sessizlik çöktü, yalnızca sobada tutuşan odunların çıtırtısı işitiliyordu.

Yemek faslı bitip köşedeki divana oturmuş, semaverde demlenmiş çaylarını yudumlarken Ayişe Bibi nihayet konuştu:
"Memed, hani Fatma ablanın evlenmeden önce çalıştığı kilim dokuma fabrikası vardı ya... Orada iş buldum anana. Bundan böyle orada çalışacak inşallah."

Hemen ardından ekledi:
"Bebeği sabah bize getirecek, ben bakacağım öğlene kadar."

Memed şaşkınlıkla anasının yüzüne baktı. "Mayışı da iyi!" dedi genç kadın gülümseyerek. Koynundaki iki ufak çocuğu neşeyle cıvıldaşıyordu.

O anda Ayişe Bibi, birşey hatırlamış gibi yanında getirdiği ufak çantaya uzandı. İçinden kırmızı, parlak ambalajla paketlenmiş, üç büyük gofret çıkardı:
"Bunları da size aldım çocuklar, ağzınız tatlansın diye."

Memed daha fazla dayanamadı. Diğerlerine uydu. O da sırıttı. Ağzı kulaklarında, oturduğu divanda iyice arkasına yaslandı, çıtır gofretinden koca bir ısırık aldı. Aniden önlerine çıkan bu umut dalına sımsıkı sarıldı...

🍁🍁🍁

Eveet, yeni bir öyküyle karşınızdayım sevgili okuyucularım! Kısa ve basit ama sıcacık bir hikaye olduğunu düşünüyorum. Umarım sizlerin de hoşuna gitmiştir:)

Olumlu veya olumsuz eleştirilerinizi bu paragrafın altına bekliyorum.🦋

YILDIZA BASMAYI UNUTMAYALIM LÜTFEN!⭐

HİKAYELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin