Kitabı bulduğumda suratım kıpkırmızı olmuştu, her çizim ve açıklamayla daha da kızarıyordum. El arabası gerçekten vardı ama insandan yapılmış bir el arabasıydı bu.
Bu kadar ezberlemişmiydi yani bunları, tam bir sapıktı bu Umut. Utku'nun neden güldüğünü de anladım, fazla müstehcendi. Sapıklar için pozisyon rehberi gibi bir kitaptı resmen, bazı resimlerin gerçek hayatta yapılması imkansız gibi duruyordu.
Utanarak telefonu kapattım, canım anneannem mis gibi yemekler yapmıştı. Mutfaktan çıkılan arka bahçeye kurulmuş olan soframıza baktım, dört kişilik kurulmuştu. Kim gelecekti yine acaba?
Zil çaldığında seke seke kapıya gitmek istesemde pek mümkün değildi. Kapıyı açıp gördüğüm yüzler buz kesmeme neden olmuştu, annem ve babam karşımda duruyordu.
"Çekil de geçelim, bütün akşam burada mı bekleyeceğiz?" Babam sinirle konuşurken hızla geri çekildim, asık suratlarıyla içeri girdiler.
"Annem yok mu?" Öylece onlara bakıyordum, bana hiçmişim gibi bakışlarını unutmuştum yıllardır.
"M-mutfakta." Dedim kekeleyerek.
Annem mutfağa ilerlerken babam salondaki tekli antika koltuğa kuruldu. Sinirli duruyordu, bayağı sinirliydi.
"Bana bir su getir, soğuk olsun. Hatta buzlu olsun." Buzdolabının önüne gittim ve büyük bir bardağa birkaç buz atıp soğuk su doldurdum.
"Afiyet olsun."dedim uzatırken. Cevap bile vermedi.
"Tevfik...." anneannemin sert sesini duydum, otoriter Osmanlı hanımı havasına gömülmüştü şu an. "Oğluna bir ziyade olsun de bari."
Babam sinirle söyledi gerek olmayan o sözleri, bende boş bardağı alıp mutfağa götürdüm. Annem mutfaktaki dolaptan eski bir gümüş tabaka çıkartıp bahçeye çıktı, sigarasını yaktı ve dizini titrete titrete içmeye başladı.
Kesin para istemeye gelmişlerdi, başka türlü benim burada olduğumu biliyorken gelmezlerdi. Anneannem o yüzden uzun süre yoktu evde demek ki.
"Sofraya geçin bakalım, ailecek bir yemek yiyelim. Sonra konuşuruz ne konuşacaksak, herkes masaya hadi bakalım." Elleriyle arka bahçeyi gösterince babam bariz bir sinirle kalktı koltuktan, adımları bile sanki birini eziyormuş gibiydi.
Masada soğuk rüzgarlar eserken yemekler robot gibi yenildi. Sohbet yoktu, sevgi sözleri yoktu, muhabbet yoktu, gülüşmeler yoktu.
Her bir lokmam boğazımı yararak geçiyordu sanki, ayağa kalkacak olduğumda anneannemin elini elimde hissettim.
"Söyleyin bakalım, bu sefer nasıl bir borca battınız? Ece nerede, niye getirmediniz onu, abisini görseydi bir süreliğine." Babamın kaşları çatıldı hemen, annem lafa atladı.
"Ece sekiz yaşını geçtiği için bilet istediler ona, para yetmedi. Tevfik abisine bıraktı bu gecelik, yarın sabah gidip almamız gerek."
Bunun açıklaması şuydu, parayı verde ilk otobüsle gidelim. Evde çocuk bizi bekliyor, gitmemiz gerek. Anneannem kaşlarını çattı.
"Para neye lazım, tutturdun o kadar para diye." Annem babama baktı, babam yere bakıyordu.
"Tevfik kumar oynamış, senet imzalatmış adamlar. Kızımızla tehdit ediyorlar bizi, zor durumda kaldık."
Anneannem sinirle elini masaya vurdu, çıkan ses beni dahil herkesi zıplatmıştı. İnsanı korkutacak bir sakinlikle konuşurken lafları bıçaktan keskindi.
"Siz ana baba olmayı becerememişsiniz, yarın akşam Ece'yi getirin. Paşa'ma nasıl bakıyorsam ona da bakarım, siz de kendinize çeki düzen verin bir süre. Sonra eğer isterseniz gelip alırsınız kızınızı, eğer almazsanız da kendi evladım sayar büyütürüm ben."
Annem ağlarken babam sinirle bacağını sallıyordu, kafası hala yerdeydi. Anneannem son bir söz daha söyleyip içeri gitti.
"Yarın Ece burada olmazsa ben gelip alırım ve yanımda poliste olur. Eviniz kim bilir ne haldedir." Babam kafası yerde konuştu, içim rahatlamıştı.
"Zeynep ilk otobüsle getirip bırakır, gerek yok polise falan." Annemde hızla kafasını sallamıştı.
Yıllar sonra kardeşimi görecektim, çok ama çok mutluydum. Halini düşünmek istemiyordum, anneannem gönül yaralarını sarmakta ustaydı sonuçta. Benim tüm yaralarımı sarmış, bitmeyen sevgisiyle iyileştirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
iki artı bir
General Fictionİkiz spor salonu müdavimleri ve kilo verme amacıyla salona yeni kaydolan gencin şehvet dolu hikayesi