"Kırılan tabaklar için mi çağırmış bizi?" Soonyoung elini ağzına siper edip sessizce yanındaki Jihoon'a sordu.
"Bir iki tabak için altın günü mü olur?"
Jihoon ve Soonyoung kendi aralarında konuşurken Minghao istemsizce kulak misafiri olmuştu. Merakla "Altın günü nedir?" diye sordu.
Minghao'nun hemen yanında konuşmalara kulak misafiri olan Seokmin lafa atladı:
"Herkes gönlünden ne koparsa veriyor, o da ihtiyacını karşılıyor. Altın olur, para olur, dolar olur... Daha sonra herkes birbirine borcunu ödüyor."Wonwoo "Ben bi bok anlamadım." diyip sehpanın üzerinde envai çeşit yemek olan tabaktan mercimek köftesini ağzına atarken kafalar ona doğru döndü.
Joshua da o sırada tıkınmakla meşguldü. Wonwoo'nun merakını gidermek için dolu ağzıyla "Bir nevi faizsiz kredi gibi düşün." dedi ağzından fırlayan pirinç tanesini hızla sehpadan alıp ağzına geri katarken.
"Ben hala anlamadım." dedi Junhui önündeki tabağı incelerken.
Seokmin "Neyini anlamadınız? Mesela Mingyu'nun tabak takımınından iki tanesi kırıldı ve yeni takım alması lazım ama bir takım kaç para biliyor musun sen? O yüzden bizi topladı, hepimizden 100 lira alsa 1200 eder. Daha sonra başka günlerde de onun cebinden 100 lira çıkacak. Böylece dönüşümlü olarak herkes ihtiyacını karşılamış olacak. İşin karı da bu." dedi. Oha çok iyi açıkladı.
"Oha çok mantıklı."
Junhui sonunda merakını giderince önündeki tabağa yumuldu.
"Sen bu işin piri olmuşsun Seokmin."
Joshua, Seokmin'e bakıp gülümsedi. Seokmin elbette bu işin piriydi. Bu işleri apartmanda ondan iyi bilen yoktu. Dedikodu desen var, ses var, adeta mutluluk saçıyor.
Ama Joshua'nın bir gülümsemesine takılıp eriyecek biridir de.Olaydan tamamen habersiz bir şekilde oraya sadece tıkınmak için gelen Seungkwan, Hansol ve Chan konuşulanları duyunca ellerindeki tabakları senkronize şekilde önlerine bıraktılar.
Chan ellerini peçeteye silerken "Biz öğrenciyiz abi, bizde para ne gezsin." dedi.
Seungkwan: "Evet, bilsem benim ne işim var burada."
Hansol: "Gariban biz, yemek var diye geldik."
Seokmin gözlerini kısarak maknae'lere küçümseyerek baktı. "Siz öğrenciler de hiçbir işe yaramıyorsunuz he."
Chan: "Adama bak, sen ne işe yarıyorsun acaba güvercin kılıklı."
Seokmin: "Alırım ayağımın altına seni çocuk."
Seungcheol küçük gruptan yükselen seslere döndürdü başını. Jeonghan'la birlikte eğlenme umuduyla gelmişlerdi buraya. Oluşan gerginliği engellemek adına hemen yönetici formuna büründü. "Misafirseniz misafirliğinizi bilin, sesinizi kesin."
Jeonghan, kocası (!) Seungcheol'ün çıkışı karşısında heyecanla ellerini ağzına kapattı. Neler oluyor ayol moduna girmiş ve kocasının, yani Seungcheol'ün koluna girmişti.
Seungcheol sayesinde oluşan sessizliğin ardından, Seungcheol koluna tutunan ellere omzunun üzerinden baktı:
"Hanım ellerin yağlı bi dur."
Sessizliğin içinde Seungcheol'ün lafı herkes tarafından duyulmuş ve bütün tımarhane- apartman üyeleri onların olduğu tarafa bakmıştı.
Mingyu elinde börek tepsisiyle kapıdan giriş yapmış, ansızın yöneticinin ağzından çıkan söze şahit olmuştu.
"Hanım mı?" Jeonghan şaşkınlık ve kızgınlık duygularıyla sorunca Seungcheol kendini açıklamayı bırakıp hiç olmamış gibi davranarak tabağındaki yemekleri yemeye başladı.
Herkes hala sessizce bakarken başını kaldırıp "Niye sustunuz?" diye sordu.
Joshua "Mingyu bey, tabaklarınızın nasıl kırıldığını açıklıyor bence bu." diyerek ev sahibiyle aralarına çoktan bir nifak tohumu ekerek keyifle çayını içmeye devam etti.
"Gün anlam kazanıyorr"
Junhui'nin soğuk esprisinden sonra Minghao kendini tutamayıp tükürüklerini püskürttükten sonra yeniden herkes kendi arasında konuşarak bir curcuna başlamıştı.
Mingyu ellerini birleştirip parmaklarını çatırdattı; "Geldik zurnanın zart dediği yere~"
Seokmin:
"Ne söyleyecek acaba?"Chan:
"Çok eğlenceliymiş lan bu gün."Hansol:
"Ne yalan söyleyeyim, dedikodunun hası burda."Seungkwan:
"Sen beni de geçtin a-"Sessiz dedikoduların arasında Mingyu "Genç ve kendini genç hisseden sayın apartman sakinleri, değerli komşularım. Bugünün anlam ve önemi şudur ki, bu 'günü' devam ettirmek. Sizlerden ricam herkes bundan sonra benim yaptığım gibi bir gün ayarlayacak. Biliyorsunuz ki porselen takımım mahvoldu. Ben onları almak için gece gündüz çalıştım! Her neyse..."
"N'oluyor ya, ben hiçbir şey anlamadım." Minghao şaşkın şaşkın bakıyordu, bu tuhaf geleneğin ne diye devam etmesi gerektiği mantığına sığmıyordu.
"Mesela sizin berbat olan değerli tablolarınız. Onlar için pahalı boyalar satın aldınız, bir tuval eminim ucuz değildir." Mingyu tam damardan girdiğinde Minghao'nun yavaştan kafasına oturmaya başlamıştı her şey.
Malum, buraya taşındığı ilk günler tabloları malum kişiler tarafından bozulmuştu.Mingyu:
"Ya da sizin okul yolunda harcadığınız masraflar..."Chan:
"Yok biz her hafta gelemeyiz. Para kalmaz öyle."Mingyu:
"Ayda bir yaparız o halde."Chan:
"Bak o zaman mantıklı."Jun:
"Bu on üç ay demek."Joshua:
"Tanrı bir zeval vermezse yaşlanınca öderiz borçları."Seokmin:
"AHDPWPIDMADŞPQUAUAHQ"Chan:
"Ağzıyla random attı adam aq"Joshua'nın dediği doğruydu. Eğer on üç ay devam ederse bu, borçları ödemek fazla zaman alabilirdi. Ben de çok bilmiyorum bu işleri çaktırmayın.
Mingyu çenesini kaşıdı bir süre. "Her hafta cebinizden bir çeyrek altın çıkaramazsınız elbette ama her hafta yüz kağıt çıkarabilirsiniz herhalde?" dedi. Böylece herkese bu fikir daha uygun gelmiş ve kabul etmişlerdi.
"Öyleyse pamuk eller cebe."
Günün sonunda Mingyu karını alıp paraları çenesine sürdü.
Minghao da tabloların parasının çıkacağı düşüncesiyle mutlu bir şekilde ayrıldı evden."Sanırım bu apartmanda yapılan en mantıklı şeydi bu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seventeen: Tımarhanelikler Apartmanı
Fiksi PenggemarHer şip, her çılgınlık burada; yok yok, çıkın çıkın gelin Burası tımarhane tımarhaneee (Devam etmeyecek.)