Bilsen şimdi nerdeyim
Çılgın gecelerdeyim
Uzun bir seferdeyim
Gücüm yetene kadarSukriye Tutkun
Bazen her şeyi bırakıp gitmek gelir ya içinizden, sevdiğiniz sevmediğiniz ne varsa herşeyi bırakıp gitmek istersiniz. Ne bir pişmanlık ne bir veda olmadan çekip gitmek istersiniz. Ben bir süredir bu hisle yaşıyorum. Büyüdüğüm şehre aşık, ama bir yandan da burdan kaçıp gitmek istiyorum. Daha fazla arkadaş, akraba , aile görmek istemiyorum. İstanbul'un her bir taşında samimiyetle söylüyorum ki mutluyum. Yaşadığım küçük mahallede, aile apartmanına dönmüş olan apartmanımızı da oldukça seviyorum. "Sorun ne o halde?" diye soracak olursanız hemen cevaplayayım; aile.
Aile baskısı öyle boğuyor ki beni, kaldıramıyorum bu hayatı. Devamlı azarlanmak, hayırsız evlat olmak, kütüphaneye giderken bile sorgulanmak, ablamın istediği gibi toplamadığım bir yatak örtüsü yüzünden azarlanmak, devamlı boş konulardan ima yemek, iştahımın kaçtığı zamanlarda yemek yemiyorum diye azarlanmak, yemek yiyorum diye azarlanmak, çok su içiyorum diye azarlanmak, su içiyorum diye azarlanmak... Öyle yoruldum ki bu yaşam stilinden, bu azarlanmalardan, gitmek istiyorum. Neresi olduğu önemli değil. Cidden, bana İstanbul'un samimiyetini hissettirsin yeter. Tek isteğim bu.
Beni gecenin bu saati haliç köprüsünde tutan da bu nedenler işte. Ya atacağım kendimi suya, ya da yepyeni bir başlangıç yapacağım. Hava buz gibi. Çenem titrmekten uyuşmuş gibi. Bense sessizce Orion'a bakmaya devam ediyorum. En yakın dostuma.
Ben Damla. 18'i dolduralı 3 ay oluyor. Pek de genç, değil mi? Kendimi 18 gibi hissedemedim hiç. Hep gitmek istedim. Nasıl mı oldu? 16 yaşımda burdan gitme kararı aldım. Bir takım psikolojik sorunlarla baş etmeye çalışıyordum. Şaka gibi ancak senelerdir depresyondayım. 17'de bunu üniversiteye giderek yapabileceğimi düşündüm, yani gitmeyi. Sınavdan düşük bir puan alıp istediğim hiçbir bölüm gelmediğinde 17'nin son demlerini yaşıyordum. 1 sene daha burada yaşamanın hayal kırıklığı içime oturduğunda ise 18'e basmıştım.
Şimdi 18'in ilk çeyreğindeyim. Hiç olmayacak gibi ailemle şiddetli bir kavga edeli yaklaşık 6 saat oluyor. Evden sadece telefonumu, cüzdanımı ve bu sikik polar hırkayı alıp çıktım. Neyseki cüzdanı evdeyken kontrol ettim. Hesap kartım, kimliğim, akbilim ve birazda param vardı. Hırkanın cebine sıkıştırıp çıkıvermiştim evden. Arkamdan bağırmıştı babam "Siktir git, ne bok yersen ye. Kime yaptıysan orospuluklarını onun yanına git!" diye. Kuzenlerimden birinin evine gittiğimi düşünmüştü muhtemelen. Bense metroya binip kendimi Haliç'e getirmiştim. Siktir olup gideyim dedim kendime son kez. Elimde sadece yazın çalışıp kazandığım param vardı. Yeterde artar diye teselli ettim kendimi. Madem yepyeni bir hayat kuruyoruz. Temelli gidelim o halde, değil mi?
Düşüncelerimde boğulmuş, kendi kendime konuşurken biri tuttu kolumu. Korkuyla çevirdim başımı beni tutan kişiye. Gecenin 3'ünde başıma bir şey gelmemesi oldukça şaşırtmıştı zaten. Karşımda benden bayağı uzun biri vardı. Sandığım gibi bir sarhoş değildi. Genç biriydi. Benim gibi üzerinde gri bir hırka ve eşofmanı vardı. Sol elindeki poşette birkaç şişe ve sigara paketleri vardı. Konuşmadan boş boş baktım yüzüne. Beyaz tenli, koyu kahve saçlıydı. Ela gözlerinde tuhaf bir bakış vardı kaşları çatılmıştı. "Kafayı mı yedin kızım!" diye bağırdı bir anda. Tiksindim istemsizce, çektim kolumu. Aylık bağırış duyma kotamı bugün doldurmuştum ve daha fazla dinlemek istemiyordum. "Ne diye bağırıyorsun?" dedim sakin sakin. O ise buna daha da sinirlenmiş gibi poşeti kenara bırakıp saçlarına geriye bir eliyle. "Bu kadar mı değersiz hayatın?" dedi bir anda. Burnundan soluyordu. Göz devirdim istemsizce. Elimle yüzümü sıvazladım. Bıktım ya, yemin ederim bıktım. "Atlamayacağım, yanlış anladın." dedim mırıldanır gibi. Işıkların vurduğu yüzündeki ifade değişmedi. "Ne sikim arıyorsun o zaman gecenin bu saati burda?" Üşüyen ellerimi cebime soktum. Cidden donacağım sanırım. "Evden ayrıldım." dedim sadece. "Ve atlamaya gelmedim, sadece kafa dinleyecek bir yere ihtiyacım vardı." Yüzündeki ifade yumuşadı. Omuzları düştü. Nefeslendi. Gülmeden edemedim. Komikti. Tanımadığı biri için bu denli endişelenmesi komikti bence. O ise sinirle baktı bana. "Bir ara atlamayı düşünmedim değil." Yutkundu. Yüzümü inceledi birkaç saniye. Etrafına baktı düşünür gibi. "Bana gelmek ister misin?" dedi en sonunda karar vermiş gibi. Hırsız olup olmadığımı düşündü sanırım. Dudak büzdüm. "Karşılığında sana götümü veremem, kusura bakma." Paramı şuan sikik bi pansiyona veresim hiç yok. Sana da götümü veremem bey ağabey. Yüzünde tebessüm oluştu. "Yok istemem götünü sende kalsın." dedi. E bir tık güven verdi tabii.
Haliç tarafında, sahilin biraz gerisindeki bir sokağa kadar yürüdük birlikte. Sessizdik ikimizde. Onu bilmem ama ben konuşmak için fazla yorgundum. Yürümek içinde yorgundum ancak yapacak hiç bir şeyim yoktu. Bana siktiri çeken ailem, hiçbirine güvenemediğim onca arkadaş... Hepsi öyle uzak geliyordu ki. Sanki seneler önce onları bırakmış gibiyim. Halbuki sadece 7 saat oluyor. Bütün dertlerim, bütün sorunlarım üstüme basıp beni tek seferde ezeli tam 7 saat oluyor. Ve ben kırık kemiklerimle öylece dolaşıyorum. Kimsesizce. Yapayalnız.
Ben dalgınken üç katlı bir binanın önünde durduk. Eski bir binaydı. Bakımı yapılmamıştı. Biraz da tarihi eser vibe'ı veriyordu. Bina kapısını anahtarıyla açıp kenara çekildiğinde incelemeye içerde devam ettim. Pis olacağını düşünüştüm ama içerisi oldukça temiz ve bakımlıydı. Mermer merdivenlerden en üst kata kadar çıktık. Kapının önünde bir çift siyah terlik vardı sadece. Kapıyı açtığı gibi burnuma tütsü kokusu doldu. Misk kokusunu bende severdim. Hafiften gülmeden edemedim. 'Evsizsin ama hoşuna giden şeye bak, aptal.' dedim kendi kendime. Böyle küçük şeylere bile mutlu olacak kadar seviyor muydum hayatı? Orası şüpheli.
Geniş bir hol vardı. Lambalar açıktı. Bir duvar boydan boya portmantoydu. Üstündeki hırkayı çıkarıp astı hemen. Bana dönüp başıyla sağ tarafı gösterdi. Sağ tarafta iki kapı vardı. İkiside açıktı. Biri gördüğüm kadarıyla mutfak, diğeri salondu. O mutfağa geçti. Ben olduğum yerde duraksadım. 'Oldu birde rahat rahat geç, otur. Herif seni doğrayacak.' iç sesimi görmezden gelmeye çalıştım. Haklıydı. Hiç katlanamazdım.
"Gel hadi." diyerek bana seslendi. Mutfağa girdiğimde çay koyduğunu gördüm. "Hikayeni anlatma vakti." diyerek devam etti. Henüz gördüğüm balkon kapısına gitti. 'Dökülme zamanı Damla Hanım. Herşeyi sere serpe dökme zamanı.' Bende arkasından gittim. Küçük bi masa vardı. Köprüdeyken elinde gördüğüm poşet de üstündeydi. İçinden sigara poşeti ve soda çıkardı. Kapıya doğru olan sandalyede oturdu. Bende yanından geçip karşısına oturdum. Kutudan bir dal çıkarıp uzattı. Hiç düşünmeden yaktım. Derince nefes aldım önce. 'Küçük bir takviye.' Evet, küçük bir takviye.
"Adım, Damla." Evet, çilekeş Damla. Evini bulamamış, hiçbir yere ait olamamış Damla.
Ben Damla. En ufak detaydan, en ufak güzellikten dahi mutlu olabilen ama devamlı mutsuz olan Damla. Hiç sevilmemiş, başı birkez olsun okşanmamış Damla.
Hiç kimsenin kızı, Damla.Hoşgeldiniz! Yuvasızlara ve yuvasını kaybetmişlere, bu hikaye sizlere. Kaybetmiş hissedenlere. Bizlere.
27.11.23
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yuvasızlar
Fiksi RemajaEvsizler değilde, yuvasızlar denir bize. Evini bırakıp gidenlere. Ama aynı samimiyeti, aynı hissi gittikleri yerde bulamayanlara. Bir yuvası olmayanlara. Anne ve babası sağ olup, öksüz ve yetim gibi yaşayanlara. Yuvasız olan sen ve bana. Yuvam olma...