Önceki bölüme göz atmayı unutmayın, her gün yeni bölüm gelecek!
Park Jimin bir parktaydı. Daha önce bunun ironisini hiç fark etmemişti, kendi adının aslında bir yer olduğunu da hiç düşünmemişti. Ancak şimdi buna öfkeyle gülüyordu. Çocuklar için olan oyun parkındaki bir salıncağa otururken, bacakları çocukça sallanırken kısık sesle "Parkta bir Park" diye mırıldanıyordu.
Jimin ailesinin evinden taşınalı bir hafta olmuştu. Şehrin yeni bir yakasında ilginç ve uygun fiyatlı bir dairede yaşıyordu. Hâlâ Park bölgesinin içindeydi; muhtemelen bu parametreler dahilinde kalması gerektiğini düşündü, özellikle de varisi olsa da olmasa da teknik olarak hala grubun bir parçası olduğu için.
Ama artık yeni bir dairede yaşadığı için yeni bir bölgede yaşıyordu. Yeni bölgede yeni yerler, yeni yerlerde yeni insanlar vardı. İş dışında Jimin asla dışarı çıkmazdı, bu da dışarı çıkıp biraz dolaşmak için iyi bir nedendi. Bu yüzden şimdi parkta bir çocuk salıncağına oturuyordu.
İş sıkıcıydı. Jungkook eskisi kadar sık gelmiyordu ve bu ilk kez Jimin'i rahatsız etti. Hala genç olanın duygularını incittiğinden endişeleniyordu ve bir nedenden dolayı alfayı görmeyi özlediği hissinden kurtulamıyordu. Sırf müşteri dosyalarını güncellemekten duyduğu sıkıntıyı gidermek için de olsa, elbette.
Hafta ilerledikçe hava daha da soğuyordu ve o akşam Jimin etrafındaki havada üflenen nefesini bile görebiliyordu. Soğuğa ve saatin geç olmasına rağmen Jimin bu bölgenin aslında oldukça aktif olduğunu fark etti. Henüz topluma pek aşina değildi, ancak yürüyüşe çıkan ve sonbaharın son dizelerinin tadını çıkaran çeşitli insanlar ve aileler vardı.
Sarışın bir çifte benzeyen kişileri inceledi; ikisi güzel yaprakların fotoğraflarını çekmek için arada bir duruyorlardı.
Ayaklarının dibini koklayan küçük, altın renkli Cockapoo'yu fark edemeyecek kadar insanları izlemekle meşguldü.
"Selam küçük adam," Jimin sırıttı, salıncaktan atladı ve çömelerek hayvanı okşadı. "Ya da, kız." Gözlemledi. Köpeğin pembe bir tasması vardı ve ona uygun bir zincir de arkasında sürükleniyordu, bu yüzden Jimin onun sahibinin elinden kaçmış olabileceğini düşündü. "Ne de tatlı," diye mırıldandı, kulaklarının arkasını kaşıyarak.
Sarışın, sanki şüphesini doğruluyormuşçasına, köpeğin ilk ortaya çıktığı yerden hafif bir bağırış duydu.
"Macy!" Bir ses geldi. Erkek sesi. Biraz tanıdık bir ses?
"Macy, ne oluyor. Yemin ederim, seni yürüyüşe çıkarıyorum ve yaptığın tek şey--" Jimin başını kaldırıp çok nefret ettiği koyu saçlı alfanın gözleriyle karşılaştığında adam sözünü kesti.
"Oh, Jungkook." Jimin mırıldandı. "Bu senin köpeğin mi?" Cockapoo - Macy - sarışın çömeldiğinde dizlerinin arasında rahatça oturuyordu, 'Artık bana bağıramazsın' dermiş gibi muzaffer bir edayla burnunu Jungkook'a doğru uzattı.
Elini saçlarının arasından geçiren Jungkook boğazını temizledi. "Uh, selam. Evet, bu Macy." Macy'nin arkasından sürüklediği pembe tasmayı almak için uzandı. "Onu durdurduğun için teşekkürler. Kaçmayı seviyor. Fazlasıyla." Burnunu kırıştırıp evcil hayvanına şakacı bir bakış attı.
Jimin ayağa kalktı, artık havanın soğukluğunu hissetmiyordu. "Çok tatlı." Gülümsedi ve ceketini düzeltti. "Seni hiçbir zaman pembe Cockapoo tipi bir adam olarak düşünmedim, ama seni ne mutlu edecekse öyle olsun." Dürtüyordu, genellikle ikisi arasında gidip gelen o tanıdık şakacılığı test ediyordu.
Jimin'i çok sevindirecek şekilde, Jungkook'un yüzü bir gülümsemeye dönüştü ve kıkırdadı. "Ah, kapa çeneni domuzcuk." Gözlerini devirerek cevap verdi. "Hakkımda bilmediğin çok şey var." Bu bir yemdi ve esmerin Jimin'e attığı bakış onu yeme isteği uyandırmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the boy who cried alpha,, jikook ✓
Fanfiction[çeviri tamamlandı, omegaverse] Park Jimin doğduğundan beri bir alfa olacağını biliyordu. Ebeveynleri (her ikisi de safkan alfalar), geçmiş sınıf arkadaşları, iş arkadaşları ve aradaki herkes yani ona Park statüsünden dolayı gelecekteki rütbesi nede...