18.10

32 8 1
                                    

güne sıfır uykuyla başlamıştı ve sabah dokuz dersi gecenin ardından aşırı iyi bir ekti.

can'ı bıraktıktan sonra eve geçip uyumak istiyordu ancak uyuyamayacağını çok iyi biliyordu ve açıkçası sessiz ortam da şu an ihtiyacı olan bir şey değildi. sessizlikte kalırsa düşünmeye başlardı, laf lafı açardı ve hiç geçmişi düşünecek havada değildi. sabahın dokuzunda dümdüz ders dinlemek kendini dinlemekten daha cazip gelmişti.

hava dünün aksine güneşliydi ancak yine de sonbahar kendini hissettirdiği için dışarıda uzun süre durmak akıl kârı değildi. o yüzden iki saatlik ders bittiğinde hemen panopticon'a geçerek kendine kahve ısmarladı. 

bir süre kendi halinde, gün içinde yapması gereken işleri halletti. uykusuzluktan bir tık yavaş çalışıyordu ancak sorun değildi. henüz günün ortasında bile değildi ancak bir an önce eve gidip dinlenmek istiyordu.

sakin kafede bir buçuk saat kadar kafasını kaldırmadan çalıştı. bazı ders bitimleriyle birlikte öğrencilerin uğraması kafenin kalabalıklaşmaya başlaması istemsizce mola verdirtti. zaten devam etse bile yanına birçe geliyordu. 

"selam."

"selam." gülümseyerek yanıt verdi eren. oturması için bilgisayar çantasını diğer yanına alırken, kız da kitaplarını masaya bırakarak oturdu. "n'aber?"

"iyi, sen?"

"bu kadar içmeseydim daha iyiydi tabii." dedi arkasına yaslanarak. gece hakkında biraz sohbet ettiler. eren, birçe'yi sevmişti. hoş bir kızdı ve muhabbeti de sarıyordu. ayrıca arda'ya nasıl değer verdiğini de belli etmişti. sadece tanışmak için biraz zaman geçmesi gerekmişti, o kadar. eren bunun çok büyük bir aksilik olmazsa evliliğe kadar gidebileceğini tahmin edebiliyordu. 

bu görüşte yeliz de vardı.

o da geldiğinde diğer masadan sandalye çekti. ardından gece geldi. ardından kaan. 

grup bir anda kalabalıklaşınca herkes daha minik gruplara ayrılarak sohbet etmeye başlamıştı. yeliz birçe'yle konuşuyordu, gece telefon araması yapıyordu ve kaan eren'in yanında yer almıştı. 

"dün gece'yi bırakacağım dedin ama sarhoş değil miydin?" vücudunu ona çevirerek sordu eren. kaan rahat bir tavırla gülerken, "eh, biraz." diyerek kolunu koltuğun arkasına attı. "ama iyi bir sürücüyüm biliyorsun."

"hayır bilmiyorum ve yine de tehlikeli olduğunun farkındasın. keşke ben ya da ali bıraksaydı."

"bir şey olmazz," saçını parmağına doladı ve sonra bıraktı. "bak, gayet sağlam karşındayız eren."

kendini düşünmüyorsa bile gece'yi düşünmesi gerekirdi. kendine de kızıyordu bir noktada. izin vermese daha iyiydi.

"ereeenn."

"tamam, sorun yok." hafiften gülümseyerek fazla uzatmadı. olmuş bitmişti ve ortamın tadını kaçırmak istemiyordu. sonra da bileğindeki tokayla perçemlerini serbest bırakarak saçlarını topladı.

"ee, ne içersin?" kaan'ın sorusuyla biten bardağına baktı. günü tamamlamak için daha fazla kahveye ihtiyacı vardı. "takıl kafana göre." diye yanıtladı. 

"siz ne içersiniz?"

ortaya sorarken içeri can girdi. yalnız değildi ve grubu fark ediyor gibi değildi çünkü koyu bir sohbetin ortasında gibi görünüyordu. kaan da sorunun arkasını getirememişti çünkü oldukça bariz şekilde göz hapsine almıştı. gıcık olduğu belli olan türden.

eren fark ettiğinde boğazını temizleyerek kalkması için teşvik etti. birçe, "ben de yardım edeyim." diyerek kaan'ın arkasından giderken, gece de telefon konuşmasına devam etmek için dışarı çıktı. 

"kaan niye dik dik bakıyor can'a?" yeliz sordu. 

"bilmem." 

özensiz cevap verişi karşısında bir süre eren'in yüzünü izledi yeliz. bir şeyler yakalamak için. "geceyi hayal meyal hatırlıyorum." diyerek biraz bilgi almaya çalıştı. 

"gizem'e nasıl hesap vereceğini düşün."

güldüğünde eren de güldü. "ee?" dedi başka bir şey demeyince, yeliz. "can'ı sen mi bıraktın?"

"evet."

"evini tarif edebilecek kadar ayık olması şaşırttı beni." burnundan nefes vererek güldü. kaan'la eren'i ne zaman yan yana görse bir shot atmıştı ve kendine gelmeden evini falan tarif etmesi imkansızdı. ancak elbette bunları detaylandırarak eren'i rahatsız etmeyecekti. 

"hallettik bir şekilde." tamam, yeliz bu cevaptan sonra asla üstünü açmayacaktı. 

bakışları can'ı aradı. kafenin öteki ucunda yanındaki çocukla bir şeyler konuşuyordu. buraya gelse... güzel olurdu açıkçası. 

yerinde kıpırdanarak kaan ve birçe'ye baktı. hâlâ sıradalardı ve çabuk bitecek gibi durmuyordu. kibar bir tavırla eteğini düzelterek ayağa kalktı ve eren'in dikkatini çekti. "ben bir gizem'i arayayım." çantasını da aldı. "merak etmesin."

gizem'le sabahtan konuşup işi çoktan tatlıya bağlamışlardı esasında ancak ortamdan uzaklaşmaya ihtiyacı vardı. daha doğrusu eren'in ihtiyacı var gibi duruyordu. ve can'ın. 

masaların arasından geçerek can'ın oturduğu masaya vardı. sadece bir dakika kadar (yanındaki arkadaşına da ayıp olmaması için) takıldıktan sonra vedalaşırken can'a "biz de ileride oturuyoruz." bilgi verdi. can gösterdiği yere baktığında eren'in yalnız oturduğunu gördü. 

"görüşürüz."

yanağından öperek uzaklaşırken can'ı ikileme düşürdüğünün gayet farkındaydı. ki öyle de olmuştu. can, tekrardan yan gözle eren'in oturduğu masaya baktı. aslında... konuşması gereken birkaç şey vardı. hazır yanında kimse yoksa gitmesi güzel olurdu.

arkadaşından birkaç dakika rica ederek eren'in oturduğu masaya doğru ilerledi. ince bir gerginlik vücudunu sarsa da görmezden geldi. etraf kalabalık olsa dahi, bilgisayarında neye bakıyorsa yine de odaklanmış görünüyordu. gerçi... lisede de böyleydi. 

"selam."

eren duyduğu sesle kafasını kaldırdığında karşısında can'ı görmeyi beklemiyordu. karşılık verirken oturması için işaret etti. can bir an kararsız gibi görünse de oturdu. "gece için kusura bakma lütfen" diye başladı. biraz... cümlelerini toparlamada zorlanıyor gibiydi. "başına iş açtım resmen."

"sorun değil." ancak sonradan aklına bir şey gelmiş gibi istemsizce güldü, ancak pozitif duygular barındırmadığı açıktı. "sadece... hangisi gerçek tepkindi onu merak ediyorum."

can geceyi çok fazla hatırlayamadığı için ne söylediğinden de pek emin değildi. soru sorar gibi baktığında eren daha açıklayıcı konuştu. "yani. birkaç gün önceki sen mi yoksa ben gitmeden önceki sen mi, emin değilim."

sanki bir suçu açığa çıkmış gibi utandığını hissetti can. şimdi eren'in de yüzü ciddiydi. o an onu gerçekten, gerçekten sinirlendirdiğini fark etti. sabaha karşı ona bir şeyler dediğini hatırlıyordu ancak hiçbir şey net değildi. 

"bence bunun bir önemi yok." diyerek politik bir yol izledi. "ki umursaman gereken de ben değilim."

kaan'a yaptığı gönderme gömülü duygularını inceden açığa çıkarmıştı. ya da artık dayanamadığı için mi söylemişti? yani, yok artık. elbette eren'e neden kaan'la sevgilisin diye hesap soramazdı. yok artık. delirmesi lazımdı. delirmesi ve--

içinde alevlenmeye hazır gizli öfkesini söndürecek sakinlikte, "haklısın." dedi eren. az önceki sinirli ifadesi de yoktu. 

konuşma bitmiş miydi? öyle görünüyordu. zaten hemen sonra kaan geldiğinde o da ayağa kalktı. nihayetinde onu da rahatsız etmek istemezdi.

***



midnight rainHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin