Pusu

32 6 62
                                    

"Ah demek döndünüz, meraklanmaya başlamıştım ben de... Söyle bakalım herhangi yeni bir şey var mı?" ofisindeki rahat koltuğuna oturmuş kahvesini yudumlayan Mortimer, az önce içeri giren son ekip liderine bakarak merakla sordu.

Ekiplerin geri kalanından yeni bir şey çıkmamıştı ve bu da Mortimer'ın umutlarını yavaş yavaş öldürmüştü. Beklediği şey imkânsıza yakın denebilirdi. Bir noktada bu iş için oldukça risk aldığının da farkındaydı ama artık geri dönüş yoktu. Bir kere başlamışlardı ve Mortimer başladığı işi her zaman bitirirdi. Fakat sorun şuydu ki Mortimer daha önce hiç mistik varlıklarla karşılaşmamıştı. Hatta hayatı boyunca bu tür yaratıkların var olduğuna bile inanmamıştı.

"Onunla karşılaştık..."

İçtiği kahvesini öksürerek tüküren Mortimer heyecanla açtığı gözlerini karşısında duran ekip liderine çevirdi. Hareketlerinden ne kadar heyecanlandığı belli oluyordu. "Bana her şeyi anlat çabuk, tam olarak nerede karşılaştınız, nasıl görünüyor ya da sizi görünce nasıl bir tepki verdi... Tanrım bu çılgınca, bana derhal her şeyi anlatmalısınız!"

Mortimer'ın heyecanına rağmen karşısında duran kadın ne herhangi bir şey söylüyor ne de bir sevinç belirtisi gösteriyordu. O susmaya devam edince Mortimer'ın sevinci bir anda soldu. Bir an için içinde beliren umut kırıntısı da yok olmuştu. Yanlış bir şey olduğunu fark etmişti. Kendini toparladı ve olabilecek en kötü ihtimal için kendini hazırladı. Tamamen soğuk bir ses tonuyla devam etti. "Bana dürüst bir şekilde her şeyi anlat, tek bir eksik bile istemiyorum. O gece ne oldu?"

* * *

Sessiz kütüphanenin eski ve uzun zamandır el değmemiş koridorlarında yavaş ve sakin adımlarla ilerledi genç adam. Sıradan bir halk kütüphanesi değildi burası. Oldukça eski, neredeyse kasabanın kuruluşuyla aynı zamandan kalma olduğunu söylerlerdi. Kimisi ise bu eski yapının insanlar buraya yerleşmeden önce zaten var olduğunu öne sürüyordu. Bu kadar eski olması nedeniyle pek çok eser barındırıyordu geçmişten bugüne ancak insanların ilgisini çektiği söylenemezdi. Şimdi bu yaşlı kütüphanede sadece bir görevli, tarihe meraklı -sayısı bir elin parmakları kadar olan- bir kaç insan aradığını bulmakta bir zorluk çıkarmayacaktı genç adama.

Rafların arasında dolaşırken sanki aradığı şeyin yerini zaten biliyormuş gibi emin adımlarla ilerliyordu. Uzun süredir el değmemiş bir rafın başına geldiğinde durdu ve tek tek kitap ve ansiklopedi isimlerini inceledi. Ardından birkaç tanesini seçip en yakındaki masanın üzerine bıraktı. Etrafında onu rahatsız edecek kimsenin olmayışı onu biraz daha rahatlatmıştı. Tam birkaç sayfayı incelemeye başladığı esnada telefonunun sesi kütüphanedeki ölüm sessizliğini bozdu. Hemen telefonunu çıkarıp sesini kıstı ve etrafında ona bakacak kimse olmadığı için sessizce şükretti. Telefonun titreştiğini hissettiğinde bu sefer cevaplamak zorunda kaldı.

"Şimdi kütüphaneye gitmem de mi yasak?"

"Lillie, kuralları ben koymuyorum. Andy ne dediyse o ama senin çoktan sıkılmaya başladığına eminim."

"Beni bu kadar iyi tanıyorsanız kurallara uymadığımı da hatırlardınız Sam. Tabi sen dikkatini dağıtmak için yine kütüphaneye gitmişsindir, doğru muyum?"

"Ne yalan söyleyeyim, yine haklısın Lillie... Buraya geliyorsan seni beklerim. Belki birlikte farklı bir şeyler bulabiliriz."

"Hayır, teşekkürler zaten başka bir işim vardı. Ne kadar sürer emin değilim ama dikkatimi dağıtacağından eminim."

Lillie'nin son sözlerini duyan Sam şaşırmıştı. Sosyal bir kızdı ve arkadaşları vardı ama buna rağmen hala Andy ve Sam ile takılıyor, bundan daha çok zevk alıyor gibi görünüyordu. Sam ve Andy için de aynı durum söz konusuydu. Zamanlarının çoğunu birlikte geçiriyorlardı. Birlikte büyüdükleri için kardeşten farksızlardı ve Sam çok iyi biliyordu ki Lillie böyle bir zamanda asla bir arkadaşıyla dolaşarak merakından kurtulamazdı. "Nereye gidiyorsun o zaman? Andy'den bir haber mi geldi yoksa?"

"Yine hayır, Andy benden o kadar bıkmış ki telefonlarıma dönmedi bile. Onunla konuşacağını sanıyordum, şimdi nerede olduğunu da bilmiyorum."
Lillie'den derin bir iç çekiş duyduktan sonra kızı evde tek başına merakta bırakmanın canını ne kadar sıktığını fark etti."Üzgünüm Lillie, seni yalnız bıraktık biliyorum..." iç çekme sırası şimdi Sam'daydi."Eğer sıkılıyorsan oraya gelebilirim, tam olarak neredesin?"

"Teşekkür ederim ama yalnız idare edebilirim. Sen kitaplarına dönebilirsin, ben de biraz oyalanırım."

"Gelmemi istemediğinden emin misin? İstersen Andy'i arayabilirim. En azından onun için de endişelenmemiş olursun."

"Eminim Sam... Ayrıca siz ikiniz ne zamandan beri bu kadar dramatik oldunuz? Son bir hafta? Bu iş için daha heyecanlı olursunuz diye düşünmüştüm."

Heyecan mı? Neyle uğraştığımızın farkında bile değilsin... Eğer Andy anlatmış olsaydı şimdi çok daha basit olurdu her şey."Peki eğer öyle diyorsan... O zaman haberleşiriz, anlaştık mı?" karşı taraftan kıkırdama sesi duyduğunda Sam de gülümsedi. Asla büyümeyecek...

"Görüşürüz." Telefonu kapattıktan sonra Sam bu sefer Andy'i aramayı denedi ama bir dönüş alamadı. Bu onu biraz endişelendirmişti ama hemen panik yapmamaya karar verdi. Muhtemelen meşguldür. Eminim işi bitince döner.

Kitaplarına kaldığı yerden devam eden Sam günün kalanını kütüphanede geçirdi.

* * *

"Neden böyle bir şey yapma gereği duyuyorsun? Bir insan için... Ayrıca Wally bu yaptığını biliyor mu?"

Karanlık ve kasvetli ormanın ıssız bir yerinde iki adam karşılıklı konuşuyordu. Siyah ve düzgün dağınık saçları kızıl ve uğursuz bir şekilde parlayan gözlerini ön plana çıkarıyor, yakından bakıldığında daha iyi görülebilen keskin dişleriyle onlara daha tehlikeli bir hava veriyordu. İfadelerinden de ciddi bir şey hakkında konuştukları belli oluyordu. İkisinden daha zayıf yapılı olanı karşısındakine omuz silkerek cevap verdi. "Neyi yapıp yapmayacağıma Wally karar vermiyor. Ne yapacağı umurumda bile değil. Ayrıca sence Wally sıradan bir insan için gerçekten bu kadar zahmete girer miydi?"

"Wally'i bilirsin... Neyi ne için yaptığını asla söylemez. Asıl merak ettiğim neden bu aptalca yere hepimizi getirdiği? Bizden uzak olmak için evrenleri dolaşan bir adamdan bahsediyoruz." cevap verme sırası diğerine gelmişti. Zayıf olanın aksine farklı bir aksanla konuşuyordu. Diğerinin cevabını beklemeden kaba bir şekilde devam etti. "Şimdi aynı adam bizimle bu zavallı yerde bir grup insanla mı uğraşıyor? Sahi nedir şu insanların bilmediğim özellikleri, hem seni hem de Wally'i kendine bu kadar çeken?"

"Sen sadece bu mektubu ona ulaştır ve daha fazla soru sorma. Eğer çok bilmek istiyorsan amacım Wally'nin istediği gibi bir şey değil. Bunu bilmen yeterli..."

Aklından cidden ne geçiyor Frank? "Peki ya Wally öğrenirse? O zaman olacaklardan sorumlu değilim."

"İşte o zaman bununla yüzleşirim, buna mecburum. Çünkü eğer tahminim doğruysa..." Frank düşünceli bir hale bürünmüştü. Diğer adamınsa onu daha fazla dinlemeye niyeti yok gibi görünüyordu. Daha fazla soru sormadan oradan uzaklaştı.

Frank yalnız kalmıştı. Düşünceleri ile baş başa. Umarım Eddie'ye güvenerek doğru şeyi yapıyorumdur. Ya da çoktan kendi topuğuma sıktım. Her halükarda bir anlaşma yaptık ve o da buna uymak zorunda... Ya da en azından öyle, değil mi?

Frank ayrıldığında ortama çöken sessizliği belli belirsiz duyulan bir kıkırdama bozdu. Ses gittikçe yakınlaştı ve sonunda sesin sahibi çalıların arasından çıkarak kendini gösterdi. Topuz şeklinde topladığı uzun saçları ve başının hemen üzerinde bulunan bir çift boynuzu, haylazlıkla parıldayan gözleri ve geniş gülümsemesiyle zarif bir şekilde ilerledi. Boyu adamlardan biraz daha kısaydı. "Kendini çok zeki sanıyorsun değil mi Frank? Korkarım planlarında ufak bir pürüz çıkacak." Kafasında çoktan bir şeyler kurmuştu ve şimdi olacakların düşüncesiyle yüzünde başka bir gülümsemenin belirmesine izin verdi. "Bu eğlenceli olacak." Daha sonra karanlığın içine karışarak  kayboldu.

* * *

THE DARKFALL: Confidence Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin